Mübadele Göçmenleri Ve Uyum Süreçleri

Gerek Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen, gerekse Türkiye’den Yunanistan’a giden mübadil göçmenlerin karşılaştıkları en önemli güçlük, elbette uyum sorunuydu. Kitlelerin bulundukları doğal ve toplumsal çevreyi terkedip, başka bir doğal ve toplumsal çevreye uyum sağlamaları, yalnız mübadele göçmenleri için değil, bütün yer değiştiren kitleler için önemli bir güçlük olmuş; bu güçlüğün ortaya çıkardığı sorunlar, çoğu zaman bir kaç kuşak boyunca devam etmiştir. Bu sorunların aşılmasından ya da zaman faktörünün bu sorunların işlevini yok etmesinden sonra, sonraki kuşaklar, duygusal boyutta yeni arayışlara -ister istemez- yönelmişlerdir. Kaldı ki, mübadele uygulamasının iki taraf için de zorunlu oluşu ve kişinin kendi istencinin dışında, genel bir iradenin dayatması sonucu gerçekleşmesi, uyum sorunlarını daha da güçleştirmiştir. Acı bir gerçektir ama, ülkemizde daha çok tıplumbilimcilerin, ve sosyal antropologların üzerinde durmaları gerekli olan bu süreç, ülkemizde yeterince irdelenmiş değildir. Çünkü kişinin -ve doğal olarak da ailelerin ve göç eden toplumların- kişilik yapılarının oluşumunda, fiziksel etkenlerden çok, karşılaştıkları psikolojik etkenler daha önemli rol oynamaktadır. Bu açıdan bakıldığında ve üstelik de göç eden kitlelerde genel bir özdeşlik ve türdeşlik görmek pek olanaklı olmaması nedeniyle, bu etkileri değişik boyutlarda irdelemek söz konusudur.

Üstelik ülkemizde bu araştırmayı kolaylaştıracak tarihsel malzemeye ulaşmanın zorlukları da vardır. Bunun nedeni ise, Türkiye’de bu konulara yönelik kollektif bilincin çok geç oluşması ve göçün yaşanacağı yıllarda bu tür malzemenin gelecekte gerekli olacağını göremeyen kısır bakıştır.

Konu üzerinde, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (Tarih Vakfı Yurt yay., 1995-2000) adlı kitabımda ayrıntılı olarak durmuştum. Orada da değinildiği gibi, uyum süreçleri, hem gelen göçmende hem de göçmenin içine katıldığı toplumsal çevrede önemli değişmelere neden oluyor.

Takdir edilir ki, bu süreçleri ayrıntılı olarak bu sayfada irdelemenin olanağı yok. Ama yine de, konuyu daha çarpıcı bir duruma getirmek açısından, ünlü edebiyatçımız Yaşar Nabi Nayır’ın aşağıda verdiğimiz gözlemleri ilgi çekici olabilir.

1930’lu yılların ortasında Yunanistan’ı gezen Yaşar Nabi, Selanik’ten Pire’ye kadar Türkçe yapılan konuşmaların çokluğuna şaşırır ve şunları yazar:

“Temas ettiğim Tüccarar, şoförler, garsonlar ve daha başka kimseler arasında Türkçe hitabıma cevap vermeyene pek az rastladım. Fakat asıl dikkatimi çeken nokta, mahalle aralarında, cadde ortalarında aralarında Türkçe konuşanların fazlalığıydı.

Bu arada Pire’de bana şehiri gezdirmiş olan bir arabacı, Türkiye’yi ne kadar hasretle aradığını yanayakıla anlattı. Yerli Rumlar’ın ona Türk dedikleri ve kendisinin de bir türlü onlara ısınamadığını söylerken; “Ah” diye esefleniyordu. “Halbuki memleketimde Türklerle ne kadar iyi geçinir ve ne kadar sevişirdik”

Bu hissi bana daha başka temas ettiğim mübadiller de tekrarladılar.

Suda yaşarken, suyun vücudundan habersiz olan balık gi.i, Anadolu’lu Hıristiyan Türk de, Türklüğünü, memleketimizi istemeyerek terkedişinden sonra daha iyi anladı. Ve bu hissi ona unutturmak için yapılan bütün gayretler bir şeye yaramadı.

Yalnız şurasını da ilave etmeliyim ki, Türkiye’den Yunanistan’a göçmüşo lan Hıristiyanların hepsini bir menşeden saymak doğru olmaz. Bunların içinde katıksız Elen soyundan olanlarla, saf Türk ırkından olanları ilk bakışta tefrik etmek mümkündür. Esasen dil, bu bakımdan kati bir temyiz unsurudur. Türkiye’de yaşadıkları için, bütün Rumlar’ın Türkçe bilmeleri pek tabi olduğu bir itiraz delili diye ileri sürülemez. Yeni yeni öğrenmeye başladıkları Rumca’yı bir yabancı şivesiyle konuşan ve ellerinde çok sevdikleri Türkçey’le anlaşmayı tercih edenlerin Türk soyundan olmadıklarını ciddi surette iddia etmek çok güçtür.

Türkiye’den Yunanistan’a göçmüş olan yüzbinler arasında, bugün Türklüğü’nü çok iyi anlamış olup, ilk fırsatta memleketlerine dönerek din ayrılığına rağmen, soy kardeşleri arasında yaşamayı tercih edenlerin sayısı oldukça kabarıktır.

Geçirdikleri acı tecrübelerden sonra, günün birinde anayurda dönmek imkanını bulurlarsa, emin olunuz ki, bu Türkler Türklüğe bağlılıklarını eskisinden çok daha kuvvetle gösterecek ve Türklüğün en ateşli unsurları haline geleceklerdir.

(Yaşar Nabi Nayır, Balkanlar ve Türklük, Ankara, 1936, b. 229 vd.)