Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve Bir Kent

30 Ocak 1923’de Lozan’da imzalanan ve “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının” zorunlu mübadelesini öngören antlaşma1 Yunan ve Türk toplumlarını sosyal, iktisadi, siyasi, kültürel, demografik; hemen hemen her açıdan etkilemiştir.2 Aslında, mübadele fikri ortaya çıkmış yeni bir olgu değildi. Balkan Savaşları’ndan sonra, İttihat ve Tearkki’nin Osmanlıcılık politikasından ümidini kesip Türk milliyetçiliğine yönelmesi; bu doğrultuda toplumsal ve iktisadi politikalar izlemeye başlaması, Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki Rum ve Ermeni azınlıklarının hedef haline gelmesine neden olmuştur. Osmanlı iktisadi hayatına büyük ölçüde egemen olan bu unsurların ekonomik gücünü kırmak için İttihatçılar boykotlar düzenlediler, onların karşısına müslüman giriimlerini ve girişimcilerini çıkarmaya çalıştılar, bunun için müslüman bir burjuvazi yaratma çabası içine girdiler.3I. Dünya Savaşı sırasında, İttihatçıların milliyetçi politikaları daha şiddetlendi. Savaşta, düşmanla işbirliği yapabileceğinden çekindikleri Rum ve Ermenileri tehcire tabi tuttular.

1914 yılının başlangıcında, İttihatçılar, Balkan savaşları ardından, Makedonya’dan sürülen Müslüman ahaliye karşılık çoğunluğu Urla Yarımadası ve Ayvalık’ta yaşayan 150 bin kadar Rum’u Yunanistan’a yolladı.4 Bunu takiben, Atina’daki Osmanlı elçisi Galib Kemali Bey (Söylemezoğlu), Yunanistan Başbakanı Venizelos’a İzmir’deki Rumlarla Makedonya’daki Müslüman nüfusun mübadelesinin doğru olacağını iletti. Kısa bir zaman sonra, Venizelos gönüllü ve eşzamanlı bir mübadele önerisini kabul edeceğini bildirdi.5 Ardından, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Venizelos, Sarayla, Osmanlı Devleti’nin Midilli, Sakız ve Sisam üzerindeki egemenliğini kabul etmesi karşılığında, Yunan Makedonyası ve Epir’deki Müslümanlarla Türk Trakyası ve Aydın Vilayetindeki Rumların karşılıklı değişimini öngören bir antlaşma imzaladı.6Bu sınırlı nüfus değişimi için karma bir komisyon kuruldu, fakat Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi sonucu anlaşma onaylanmadan rafa kaldırıldı. Burada yarım kalan iş, Ocak 1923’te Lozan’da tamamlanacaktı.

Savaştan sonra Türk ulusal bağımsızlık mücadelesinin başlaması ve bu mücadelenin Yunanistan ile savaşa dönüşmesi, Anadolu’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Müslümanların kaderlerini dramatik bir şekilde değiştirdi. Bundan sonra, ne öncekilerin ne de sonrakilerin bulunduğu topraklarda barındırılmayacağı anlaşıldı. Her iki kesim de kendi topraklarında yaşayan dindaşlarının ve soydaşlarının zulüm gördüğünü ileri sürerek kamuoyu yaratmaya çalıştılar. Anadolu’daki Rumlar Yunanistan’a, Yunanistan’daki Müslümanlar Anadolu’ya akmaya başladı. Türk ulusal mücadelesi, Türklerin lehine sonuçlandığı zaman mübadele fiilen gerçekleşmeye başlamıştı. Lozan Barış Konferansı’nda yapılması gereken şey bunu resmileştirmek; mübadelenin nasıl yapılacağını kararlaştırmak ve düzenlemekten ibaretti.

Nüfus Mübadelesi ve Türkiye

Türkiye ile Yunanistan arasında bir nüfus mübadelesinin artık kaçınılmaz olması yanında,7 özellikle Türkiye açısından nüfus değişimi yapılmasını gerektiren nedenler vardı. Bunların başında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine, güçlü ulusal temeller kurmaya çalışan Türkiye’nin, İmparatorluğun ticari hayatının tamamına yakınını elinde bulundurması nedeniyle oldukça önemli konuma sahip Rumlardan kurtulmak istemesi vardı.8 Ayrıca, yeni Türk Devleti, Osmanlı Devletin’de azınlıkların sebep olduğu emperyalist müdahelelerden çektiği sıkıntıları  yaşamak istemiyordu. Bu bağlamda, zorunlu nüfus mübadelesinin, Anadolu’da önemli nüfusa sahip Rumları eleyeceği;9 böylece, ileride ortaya çıkabilecek Yunan irredentizminin maddi temellerini ortadan kaldıracağı düşünülmüştür. Son olarak, mübadeleyle Türkiye sürekli savaşlar sonucu uğradığı nüfus kaybını kısmen de olsa telafi edebilecekti. Bütün bu sebeplerden ötürü, Türkiye kendisine daha homojen bir kimlik sağlayacak zorunlu mübadele fikrine sıcak baktı.

Nüfus mübadelesinin uygulamaya konulması sonrasında göçmenlerin yaşayacakları yeni topraklara gelmeleriyle birlikte iskan sorunu Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Gerçi, bu yeni bir sorun değildi. Anadolu, özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus harbinden sonra yoğun göç akımlarına sahne oluyordu. Osmanlı Devleti Balkanlarda ve Kafkaslarda toprak kaybettikçe göçün yoğunluğu artıyordu. Birinci Balkan Savaşı’nın başlamasından hemen sonra yaklaşık 10 bin Müslüman, Anadolu’ya gelmek üzere Makedonya’dan ayrılmıştı. 1913’te, Bulgaristan’ın işgaline uğrayan Batı Trakya’dan yaklaşık 50 bin Müslüman göç etmişti. 1914’te ise İttihatçıların propagandası sonucu en az 100 bin Müslüman Yunanistan’ın yönetimindeki Makedonya’dan Doğu Tarkya’ya ve Anadolu kıyılarına, buralardan ayrılan Rum ve Ermenilerin yerine yerleştirilmek üzere gelmiştir.10

Lozan’da oluşturulan Karma Komisyonun verdiği rakama göre Türkiye’ye, 1923’te imzalanan nüfus mübadelesi antlaşması sonucu gelen göçmen sayısı 388,146’dır.11 Bunların en fazla yerleştirildikleri yerler sırasıyla, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Edirne, İzmir, İstanbul, Kırklareli, Kocaeli, Manisa, Niğde, Samsun ve Tekirdağ’dır. Böylece, İstanbul’u da içeren Doğu Trakya tarafı, göçmenlerin 152,770’ini yani yüzde 38’ini almıştır. Buna karşın, Ege ve Marmara bölgesi sınırları içerisinde yer alan Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, İzmir, Aydın, Manisa, Muğla gibi yerler toplam sayının 167,891’ini yani yüzde 42’sini almıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Trakya, Ege ve Marmara bölgeleri göçmenlerin yüzde 80’inine sahip olmuşlardır.12 Bundan da anlaşılacağı gibi, mübadil göçmenler savaştan önce Rumların yoğun olarak yaşamış oldukları bölgelere yerleştirilmişlerdir.

Göçmenlerin sorunlarıyla uğraşılması amacıyla, 13 Ekim 1923’te “Mübadele İmar ve İskan Vekaleti” kuruldu. 8 Kasım’da ise Mübadele İmar ve İskan Kanunu çıkarılarak vekaletin görev ve yetkileri saptandı. Vekalet, anlaşma sonucu gelecek göçmenlerin nakillerini ve iskanlarını üstlenmişti. Bunların yanısıra, Vekalet 1912 yılından beri iskana tabi olmamış muhacir, mülteci ve aşiretlerle hükümetin kabul edeceği muhacirleri yerleştirmek sorumluluğunu da üstüne almıştı.13

Gerçekte, mübadil göçmenlerin yerleştirilecekleri mıntıkalar, Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasından önce tespit edilmişti. Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Tanzim ve İcra Vekilleri Heyeti tarafından onaylanan 17 Temmuz 1923 tarihli kararnamede, anlaşma sonucu gelecek göçmenlerin iskan edilecekleri yerlere nasıl sevkedilecekleri belirtilmiştir. Buna göre, Anadolu sekiz iskan mıntıkasına ayrılmıştır. İskan edilecek göçmenlerin iskan olunacağı yerler, geldikleri yerlere ve yaptıkları işlere bağlı olarak saptanmıştır. Bunlar, tütüncü, çiftçi, bağcı ve zeytinci olarak sınıflandırılmıştır. Sonuçta, Drama ve Kavala’dan gelenlerin bir kısmının Samsun ve havalisine; Serez’den gelenlerin Adana ve havalisine; Kozana, Girebene, Nasliç ve Kesriye halkının Malatya ve havalisine; Kayalar, Karafirye, Vodine, Katerin, Alasonya, Langaza, Demirhisar ve Gevgili’den gelenlerin Amasya, Tokat ve Sivas’a; Zeytüncü, Drama, Kavala, Selanik ve çevresinden gelenlerin Manisa, İzmir, Menteşe, Denizli ve havalisine; Kesendire, Poliroz, Sarışaban, Avrethisar, Nevrekop’tan gelenlerin Çatalca, Tekirdağ, Karaman,Niğde ve havalisine; son olarak, Midilli ve Girit adalarından gelenlerin Ayvalık, Edremit, Mersin ve havalisine yerleştirilmelerine karar verilmiştir.14 Bu mıntıkalar, 6 Eylül 1923’te, her vekaletten birer uzmanın katıldığı bir toplantıda yediye indirilmiştir.15 Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasının ardından yerleşim alanları yeniden gözden geçirilmiş ve mıntıka sayısı on’a çıkarılarak buralarda İmar ve İskan Bölge Müdürlükleri kurulmuştur.16

Mübadele ve Bursa

Bursa’ya ilk göçmen kitlesi Aralık 1923’te gelmiştir.17Hüdavendigar gazetesindeki habere göre, Selanik ve çevresinden 3 bini aşkın kişi Kanunıevvel’in (Aralık) on dokuzuncu günü sabahleyin Mudanya iskelesine ulaşmış, şehirde yoğun ilgi ve sevgiyle karşılanmışlardır. Bu kimseler, daha sonra, geçici olarak kalacakları Muradiye’de bulunan misafirhanelere götürülmüşlerdir.

Mübadil göçmenlerin Bursa’ya gelmesi, şehir halkı ve yöneticileri tarafından ilgiyle karşılanmıştır. Bursa’ya mübadil göçmenler geldikten sonra, Ertuğrul, Hüdavendigar, Yeni Fikir gibi dönemin yerel basınını oluşturan gazetelerde, göçmenlere yardım yapılması için çağrılar yapılmıştır. Bu çağrılara Hilal-i Ahmer de katılmış ve iane yoluyla yardım sağlamaya çalışmıştır. Bu tür girişimler, Vilayet Meclisinin gündemine de girmiş, mecliste göçmenlere, özellikle sağlık ve para yardımı yapılması hususunda birtakım kararlar alınmıştır.18 Ayrıca, ilk göçmen kafilesinin gelmesinden yaklaşık bir hafta evvel, Ahmed Tevfik, Hacı Sabri, Hakkı Baha, Ahmed Ziya, Mehmed Kamil ve Mümtaz Şükrü beyler tarafından “Muhacirin Yardım Cemiyeti” adında bir cemiyetin kurulduğu vilayet makamına bildirilmiştir.19 Cemiyetin kuruluş amacı, kurucuları tarafından “Gelecek din kardeşlerimizin temin-i istirahat, iaşe ve iskanları hususunda hükümete muavenet için azami gayret ve himmet-i sarf etmek”  olarak açıklanmıştır. Göçmenlerin büyük bir kısmının Bursa’ya gelmiş olduğu 1925 yılında ise, mübadil göçmenlere belediye encümenine katılma hakkı tanınmış,20 böylece, bir bakıma şehrin yönetimine katılmaları sağlanmıştır.

19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın Başlarında Bursa’nın Sosyal Yapısı

Nüfus

Bursa Sancağı, Osmanlı İmparatorluğu’nun genel yapısında bulunan etnik ve dinsel çeşitliliğini uzun süre korudu. Sayıları kesin olmamakla birlikte, yaklaşık I. Dünya Savaşı’na kadar, içinde birkaç azınlık grubuna ait insanların bazı yerlerde beraber bazı yerlerde ayrı bir şekilde yaşadığı bir sancak görünümünü taşıdı. Sancak dahilinde yaşamını sürdüren nüfus, Müslümanlar yanında, Ortodoks Rumlar’dan, Gregoryen, Katolik ve Protestan Ermeniler’den, Yahudiler’den, vb. oluşuyordu. Ancak, nüfusun çoğunluğu Müslümandı. Bu unsurların nüfus dağılımını kesin bir şekilde saptamak dayanılan kaynakların yetersizliğinden dolayı mümkün değildir. Zira, askeri, idari ve ekonomik kaygılara göre düzenlenmiş Osmanlı nüfus sistemi, ancak Hüdavendigar Vilayeti ile Bursa Sancağı’nda yaşayan unsurların sayısı hakkında yaklaşık bir değer bulmamıza yardımcı olmaktadır.21 Bundan dolayı, hem Hüdavendigar’ın hem de Bursa’nın nüfus toplamı ve dağılımı konusunda çeşitli rakamlar ortaya çıkmaktadır.

Örneğin, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında yazmış olan Fransız Vital Cuinet, o yıllarda Hüdavendigar Vilayeti’nin toplam nüfusunu 1,626,869 olarak vermektedir.22 Oysa, Türk sosyal bilimcisi Kemal Karpat, 1893’te yapılan nüfus sayımına dayanarak bu sayıyı 1,335,884 olarak vermektedir.23 Başka bir kaynakta, 1309 (1893) yılı için hazırlanmış 1312 (1896) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’nde ise vilayetin 1,367,873 nüfusa sahip olduğu yazılmıştır.24 Ancak, 1287’den (1871) 1325’e (1909) kadar vilayetin toplam nüfusunu yıl yıl veren 1325 (1909) tarihli salnamede, 1309 (1893) yılı için verilen rakam 1,160,011’dir.25 Amerikalı araştırmacı Justin McCarthy, bu rakamı verdikten sonra yanına doğru rakam olarak, 1,310,580’i vermektedir.26 Shaw ise, Karpat’ın 1893 nüfus sayımı için verdiği rakama çok yakın bir rakamı 1885 yılı için vermektedir. Buna göre, bu yılda Hüdavendigar Vilayeti’nin toplam nüfusu 1,336,492’dir.27 Görüldüğü gibi, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Hüdavendigar Vilayeti’nin toplam nüfusuyla ilgili farklı rakamlar bulunmaktadır. Söz konusu sayısal farklılıklar, Bursa Sancağının nüfusuna da aynı şekilde yansımaktadır.

Cuinet, Bursa Sancağının toplam nüfusunu 382,220 olarak vermektedir.28 Yalnız, bu rakamlara İnegöl’ün ve Yenişehir’in nüfusları dahil değildir. Cuinet’in bu iki kaza için verdiği toplam 118,518 nüfusu eklersek,29 Bursa’nın toplam nüfusu 507,738’e ulaşmış olur. Karpat’ın 1893 Nüfus Sayımı’nı ele alan çalışmasından, İnegöl ve Yenişehir dahil olmak üzere, Bursa için çıkarılan toplam nüfus 361,497’dir.30 1312 (1896) tarihli salnamede bu rakam 370,962 olarak görünmektedir. Shaw’un diğer bir çalışmasında, 1885 yılı için verdiği rakamlara dayanarak hesapladığımız toplam ise 199,150’dir.31 Bu rakama Yenişehir dahil değildir. Rakamların hiçbir şekilde birbirine yakın olmadığı son derece açıktır. Rakamların farklılığı, doğal olarak, yapılacak nüfus dağılımına da yansıyacaktır.

Cuinet’in verdiği 507,738 toplamının 352,386’sı (yüzde 69,4) Müslüman, 90,651’i (yüzde 17,8) Ortodoks Rum ve 50,413’ü (yüzde 9,9) Ermeni’dir. Karpat’ın verdiği rakamlara göre ortaya çıkan dağılım ise şöyledir: 275,250 (yüzde 76,1) Müslüman, 49,713 (yüzde 13,7) Ortodoks Rum, 31,113 (yüzde 8,6) Ermeni ve diğerleri (yüzde 1,6). 1312 (1896) tarihli salnamede ise 283,735 (yüzde 76,4) Müslüman, 50,519 (yüzde 13,6) Rum ve 32,138 (yüzde 8,6) Ermeni.

Yukarıda verilen rakamlardan da anlaşılacağı üzere Cuinet’in verdiği rakamlar, Karpat’ın ve Salnamenin verdiği rakamlara göre abartılı dururken, Karpat’ın ve salnamenin rakamları birbirlerine oldukça yakındır. Shaw’un verdiği rakam ise diğerlerine göre oldukça düşük kalmaktadır. Bütün bu rakamlardan çıkarılabilecek genel sonuç, Bursa nüfusunun Müslüman kesim dışında, şehir içinde etkin olabilecek sayıda Rum ve Ermeni nüfusu içermesidir. Verilen rakamlar şunu göstermektedir: Rum ve Ermeni nüfus biraraya geldiğinde azınlıkların nüfusu, sancak nüfusunun en az beşte birini oluşturmaktadır ki, bu da küçük bir oran değildir. Yine de, bu, nüfusun esas önemli noktasını vermemektedir. Ancak, Rum ve Ermeni nüfusun yerleşmiş bulundukları yerler ve sosyo-ekonomik konumları onların Bursa açısından esas işlevlerini ortaya koyar.

Bursa’da, nüfus mübadelesine tabi olan Rumların sayı olarak en fazla bulundukları yerler sırasıyla Bursa merkez, Mudanya, Mihaliç (Karacabey) ve Gemlik’tir. Bu sıralama, Müslüman ve Rum nüfusun kazalara dağılımını içeren Hüdavendigar Vilayeti Salnameleri’nin çeşitli nüshalarından çıkarılabilir.32 Rum nüfus, ayrıca, Yenişehir, Kirmasti (Mustafa Kemalpaşa) ve İnegöl’de de mevcuttur. Gerçekte, Rum nüfusun olmadığı tek yer Atranos (Orhaneli)’tur .

Rum nüfusun en yoğun bulunduğu yer olan Mudanya’da, Rumlar çoğunluk nüfusu olan Müslümanlardan sayı olarak daha fazladırlar. Bu durum oldukça önemlidir, zira Mudanya, Gemlik’le beraber Bursa sancağının en önemli ticaret merkezidir. Daha ilginç bir durum ise Gemlik kaza nüfusunun çoğunluğunun başka bir azınlık unsuru olan Ermeniler’den oluşmasıdır. Bu iki örnek, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik hayatında oldukça etkin konumda bulunan Rum ve Ermeniler’in Bursa’da da aynı konumda olduklarını göstermektedir. Söz konusu olgu, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına veya yirminci yüzyılın başlarına özgü bir olgu değildir. Aksine, Bursa şehrinin, 1830’lardan itibaren ekonomik ve endüstriyel gelişiminde gerek Rum azınlığın gerekse Ermeniler’in ve bir ölçüde Yahudiler’in önemli etkinliği olmuştur. Ancak, bu durum, Bursa’da on dokuzuncu yüzyıldan önce ticari etkinliklerin sürdürülmediği anlamını taşımamaktadır. Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerinden itibaren dünya ticareti açısından çok önemli bir konumdadır. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması onu dünya ipek ticareti merkezlerinden biri haline getirmiştir.33 Buna ek olarak, Bursa’nın imparatorluğun 1453’ten sonraki merkezi İstanbul’a yakınlığı, deniz ticaretine uygun kıyılara sahip olması ve tarımsal olarak zengin ve verimli toprakları içermesi, şehrin ekonomik hayatının canlı olmasını sağlayan diğer faktörler olarak sıralanabilir.

Bursa’nın Ekonomik Yapısı ve İpek

Bursa’ya sözü edilen canlılığı sağlayan esas etken, o dönemde dünyada, bilinen en yüksek kaliteye sahip ipek üreticiliğidir. Gerçekte, bazı aralıklarla, yirminci yüzyılın başlarına kadar Bursa ve ipek özdeşleşmiş iki kelimeydi. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından itibaren, Bursa’nın endüstriyel ve teknolojik gelişiminin dinamiğini ipek oluşturmuştur. Bundan faydalanan azınlık kesimi, yani Rumlar, Ermeniler ve kısmen Yahudiler olmuştur. Bu tür bir oluşuma yol açan en önemli neden kapitülasyonlar olmuştur. Ayrıca, 1838’de önce İngiltere ile, daha sonra diğer Batı devletleri ile imzalanan Ticaret Antlaşması’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu bir çeşit açık pazar haline getirmesi diğer bir faktördür. Batı Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu ile ticaretinde muhatapları Osmanlı Devleti veya Müslüman unsurlar değil fakat Hıristiyan Rumlar ve Ermeniler olmuştur. Böylece, imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan Rum ve Ermeni azınlıklar, komprador bir rol edinmişlerdir. Aynı durum, tabi ki, Bursa şehri örneğinde de görülebilir.

Bursa, 1830’larla birlikte, dinamiğini ipek endüstrisinin gelişiminin oluşturduğu yapısal bir değişim dönemine girmiştir. Bu alandaki makineleşme Avrupa ile aynı düzeydedir. İpekçilik, teknoloji transferi ile canlılık kazanmıştır. Ardından, bir dizi dokuma fabrikaları açılmıştır.34 Açılan fabrikalar, aynı zamanda yeni iş sahaları yaratmıştır. Böylece, ipek, Bursa nüfusunun önemli bir kısmının geçim kaynağı olmuştur.

Kısa bir süre içinde, Bursa kent ekonomisi küçük ölçekli ev üretiminden büyük ölçekli fabrika üretimine geçmiştir. Artan fabrika sayısıyla beraber yoğun işgücü ihtiyacı doğmuş, sosyal ilişkiler bu temel üzerine oturmaya başlamıştır. Şöyle ki, ipek üretiminin teknolojik yeniliklerine bağlı olarak Bursa kent nüfusunda kıpırdanmalar yaşanmaya başlanmıştır. Bir saptamaya göre, ipek dokumacılığında makineleşme sonucu ipek üretiminin iyileşmesine paralel olarak kent nüfusu artmış ve 1865 yılında en üst noktaya (100,000) ulaşmıştır. Buna karşılık, o sıralarda Fransa’da başlayan ve kısa bir süre içinde Bursa’da görülen bir hastalık, 1860’lardan sonra ipek üretiminde düşüşe yol açmış ve bunun sonucunda kent nüfusu büyük ölçüde azalmıştır (1879’da 35,709).35 Nüfusun bu kadar düşmesinde ipek üretiminin düşüşü sonucu oluşan dış göç gibi temel bir etmenin yanısıra, ölümlülüğün de payı vardır. Bundan, Bursa kent yaşamının önemli ölçüde lüks bir maddenin mevsimlik başarısına veya başarısızlığına bağlı hale gelmiş olduğunu çıkarabiliriz; yani ipek üretimi iyi durumdayken Bursa da iyi durumda oluyor, aksi durumda ise Bursa ekonomik olarak kötü duruma düşüyordu.36

Makineleşme süreci 1850 ile 1870 arasında tamamlanan ipek endüstrisinin büyük işgücüne ihtiyaç duyduğunu belirtmiştik. Bu işgücünü karşılayan kesim genellikle azınlıklar olmuştur. İpek dokuma fabrikalarının büyük kısmının Hıristiyan azınlıklara, Rum ve Ermeniler’e ait olduğu bilinmektedir. Bursa merkez kazasında, 1861’de 88, 1862’de 90 ipek dokuma fabrikası mevcuttur. Bu fabrikalarda çalışan insan sayısının 6,700- 9,000 arasında yani kaza nüfusunun yüzde 9-12’si arasında olduğu tahmin edilmiştir.37 Fabrikaların esas işgücünü genellikle Hıristiyan kadınlar oluşturmuştur.38 Fabrikalarda kadınların çalıştırılmasının en önemli nedenlerinden biri, fabrika sahiplerinin ucuz işgücü istemesiydi; bir diğer neden ise işin mevsimlik olmasıydı. Bu alanda çalışan kadınlar, aynı zamanda, tarımsal üretime de katılıyorlardı. Zaten, Bursa’da ipek dokumacılığı ile birlikte en yaygın işkolu tarımdı. Fabrikada çalışan işçilerin hepsi, fabrika tarafından basılan bir iş pasosuna (working pass) sahipti ve bu kağıt olmaksızın, şehir içinde, başka bir fabrikada iş arayamazlardı.

Kuruluşlarından kısa bir süre sonra, Bursa’daki fabrikalar bölgenin ipek kozalarının yarısını işlemeye başlamışlardır. Üretimi hem arttırmak hem de kalitesini yükseltmek için ipek böceği yetiştirilmesi şarttı. Tüccarlarında teşvikiyle, Bursa’nın çevresi dut ağaçlarıyla dolduruldu.

Bu gelişmelerin sonucunda, 1870’lere gelindiğinde Bursa’da sermaye birikimine sahip bir küçük burjuvazinin oluşmuş olduğu görülmektedir. Tahmin edilebileceği gibi, burjuvazi, azınlık unsurlardan, Rum, Ermeni ve Yahudiler’den oluşuyordu. İmparatorluktaki azınlıkların durumu 1913’ten itibaren İttihatçılar’ın izledikleri milliyetçi politikadan dolayı sarsılmaya başlamıştı. Bu sarsıntı I. Dünya Savaşı’nın getirdiği kargaşalıkla da sürmüş, savaşın sona erişini izleyen Türk bağımsızlık mücadelesi’nin bitimindeyse azınlıklar üzerinde durdukları zemini tamamen kaybetmişlerdir. Diğer bir deyişle, Rumlar ve Ermeniler, Anadolu’da ticaret hayatını Bağımsızlık Mücadelesi’nin evveline kadar, sarsılmış bir şekilde olsa bile, ellerinde tutmuşlardır. Şüphesiz, bu ifadeler, bütün Rumlar’ın veya Ermeniler’in ticaret hayatı içinde bulundukları ve yüksek bir ekonomik güce sahip oldukları anlamına gelmez. Azınlıklar arasında, sadece tarımla uğraşan bir kesim vardı. Endüstriye dayalı imalatın geliştiği yerlerde, Rumlar’ın da bir bölümü işçi sınıfı oluşturma yolundayken, bir kısmı sadece toprakla ilgiliydi. Bursa örneğinde de bunu görebiliriz.39 Buna rağmen, yaşam koşulları, vergi yükümlülüğü dışında askerlik hizmetine tabi olma zorunluluğu olan Müslüman reayadan daha iyiydiler. Hatta, azınlıklar yargı işlerini de kendi içlerinde hallettiklerinden, her konuda doğrudan devletle muhatap olan Müslüman köylüler gibi baskı da görmüyorlardı.

Cumhuriyet’ten Önce Bursa’da Eğitim ve Din

Eğitim kurumunun temel ögesi okullar, Bursa sancağının sosyal yapılanmasında ekonomik ilişkilere oranla daha keskin bir şekilde etnik ve dinsel kimliklere göre yapılanmıştır. Müslüman kesim dışında Rum ve Ermeniler’in de yaygınlaşmış okulları vardı. Okulların kesin sayısı ve işleyişi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Ancak, Vital Cuinet, 1889 yılı itibariyle Bursa Sancağında bulunan okullar ve okullarda eğitim gören öğrencilerin etnik ve dinsel kimliklere göre dağılımını vermektedir (Bak. Tablo I).40

Tablo I

Okul
Erkek
Kız Öğrenci
Erkek
Kız Toplam
Okul
Öğrenci
Müslüman 259 5 6254 437 264 6691
Rum Ortodoks 104 16 3340 913 120 4253
Ermeni 28 4 950 198 32 1148
Diğer 19 7 667 433 26 1100
Genel Toplam 434 12924

Yukarıdaki rakamlara, İnegöl ve Yenişehir’de bulunan Müslümanlara ait 88 okul ve bu okullarda eğitim gören 2035 öğrenci, Rumlara ait 55 okul ve bunların içinde eğitilen 1720 öğrenci ve son olarak, Ermeniler’e ait 9 okul eklendiğinde41 ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır.

                    Okul           Öğrenci
Müslüman            352            8726
Rum Ortodoks        175            5973
Ermeni              35             1256

Buna göre, Müslüman kesimde eğitim gören kişi oranı sahip olduğu nüfus oranına göre (yüzde 69,4) çok düşük kalmaktadır (yüzde 2,4). Buna karşılık, Rumlarda bu oran daha yüksektir (yüzde 6,58). Ermeniler’de ise Müslümanlarınki kadardır (yüzde 2,4). Başka bir şekilde ifade edecek olursak, Müslümanların nüfus içindeki oranlarının yirmi dokuzda biri, Rumların üçte biri ve Ermenilerin dörtte biri eğitim görmektedir. Bu verilerden, azınlık unsurların eğitime daha fazla rağbet ettikleri sonucuna ulaşabiliriz.

Bursa merkez kazasında bulunan mektepler, yukarıda, sancaklar geneli için verilen tablodaki çeşitliliği göstermektedir. Müslüman kesime ait medrese, ibtidaiyye, rüştiye, Merkez Darü’t-talimi, Bursa Harir Darü’t-talimi ve Bursa Hamidi Ziraat-i Ameliyat mektebi gibi meslek okullarına karşın, 2 Rum idadisi, 6 Rum rüştiyesi, 3 Ermeni rüştiyesi, 1 Musevi rüştiyesi, 2 Fransız ve 2 Amerikan rüştiyesi sancak merkezinde bulunmaktaydı. Rumlar’ın, ayrıca, Karacabey, Mustafa Kemalpaşa, Gemlik ve Mudanya’da 1’er rüştiyeleri, Ermeniler’in İnegölde 2 rüştiyeleri mevcuttu.42

Bursa’da sosyal yapılanmada farklılığın olduğu bir başka kurum da din idi. Sancak içinde yaşayan unsurların dinsel inanışlarına göre ibadet yerleri yapılmıştı. Bunlar, şehirdeki insan çeşitliliğini yansıtmaktadırlar. İbadethaneler arasında, çoğunluk olan Müslümanlar için cami ve mescitler, azınlıklar arasında çoğunluğa sahip Ortodoks Rumlar ve Ermeniler için kiliseler, az sayıda bulunan Yahudiler için de havralar vardı. Bu unsurlar, ibadetlerini, dinsel liderleri ve otoriteleri olan müftü, rahip, rabi idaresinde yürütmüşlerdir. 1316 (1900) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi‘ne göre, çalışma alanımıza giren Bursa sancağında 913 cami ve mescid, 96 kilise, 12 manastır, 5 havra ve 84 tekke vardı.43

Çalışmamızın buraya kadarki kısmında Bursa’nın yirminci yüzyılın başlarına kadar, daha doğrusu, karmaşanın başlayacağı, hızlanacağı savaşlardan önce sahip olduğu sosyal yapının temel parçalarını oluşturan nüfus, ekonomik etkinlik, eğitim ve dinsel yapıyı, genel olarak, tanımlamış oluyoruz. Ne var ki, bütün unsurların bu sosyal yapılanmada tanımladığımız değerler içinde yer sahibi olmalarına rağmen, aralarındaki sosyal ilişkiler pek iyi bilinmemektedir. Ancak, 1304 (1888) tarihli salnameden, bu çeşitli unsurların hem kaza merkezlerinde hem de kazalara bağlı köylerde birarada yaşadıklarını öğrenebiliyoruz. Diğer bir deyişle, nüfusu oluşturan müslim ve gayrimüslim unsurlar birbirlerinden tamamen yalıtılmış bir şekilde yaşamıyorlardı. Salnamede Bursa sancağına bağlı kaza merkezlerinde 38,172 Müslüman, 5,342 Rum ve 6,862 Ermeni’nin yaşadığı yazılırken, kazalara bağlı köylerde 51,152 Müslüman ve 14,376 Rum’un yaşadığından söz edilmektedir. Köylerde yaşayan Ermeni nüfustansa bahsedilmemektedir.44

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan gelişmeler, yukarıda tanımlanan yapının büyük ölçüde görünüm değiştirmesine neden olmuştur. Birçok kez değinildiği gibi, Balkan Savaşları’yla başlayan sürekli savaş hali, Bursa’nın da, özellikle nüfus bileşiminde ve ekonomik yapılanmasında önemli gelişmelere yol açmıştır.

1914 yazında, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması uluslararası dengeleri yerinden oynattığı gibi, Bursa’nın mevcut yapısını da sarstı. Savaşın başlamasıyla beraber, şehrin azınlık nüfusunu oluşturan gruplar, özellikle Rumlar ve Ermeniler şehri terketmeye başladılar. Bu durum, aynı zamanda, şehrin ekonomik yapısına da bir darbe oldu, zira şehirde, imalatı ellerinde bulunduranların çoğu bu azınlık gruplarından oluşuyordu. Böylece, 1914 yılında, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, Bursa’da ipek üretimi bir önceki yıla göre yarı yarıya düştü.45 Şehirdeki pek çok dut ağacı da tahrip oldu. Şehrin yapısını hasara uğratan gelişmeler Türk Bağımsızlık Savaşı esnasında, şehrin Yunanlılar tarafından işgal edilmesiyle devam etmiştir.

Savaşlar ve Mübadele Sonrası Bursa’nın Sosyal Yapısı

Bursa’ya Gelen Göçmenler ve Etkileri

Yukarıda işaret edildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı ve ardından Türk Bağımsızlık Mücadelesi, Anadolu topraklarında yaşayan Rum ve Ermenilerin göçüne neden olmuştur. Bu, şehirlerde girişim tekelini ellerinde bulunduran azınlık grubunun ortadan kalkması demekti. Gerçi, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, göç edenlerin bir kısmı geriye dönmeye kalkışmışlarsa da, Bağımsızlık Mücadelesi’nin başlaması, onlara artık eskiden olduğu gibi, yerleşmiş bulundukları yerlerde düzenlerini devam ettiremeyeceklerini göstermişti. Aynı durum, doğal olarak, Bursa şehri için de geçerlidir.

Nüfus Mübadelesi Anlaşması, esas olarak, uzun yıllar süren Türk-Yunan gerginliği ve düşmanlığına bir son vermek için yapılmıştı. Anlaşmanın Yunanistan topraklarında yaşayan Müslümanlarla Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoks Rumların (Batı Trakya Müslümanları ve İstanbul’daki Ortodoks Rumlar haricinde) değişimini öngördüğünü daha önce belirtmiştik. Bu anlaşmanın imzalandığı Lozan Konferansı’nın asıl önemi, yeni bir ulus-devletin, Türkiye’nin kuruluşunu simgelemesiydi. Azınlıkların göçü, ardından nüfus mübadelesine asıl anlam kazandıran da bu olmuştur.

Ulusal temellere dayalı bir devletin kurulması, aynı ulusa bağlılığını gönüllü olarak ifade eden yurttaşların olmasını gerektirir. Bu tip yurttaşların Osmanlı İmparatorluğu’nda var olduğu pek söylenemez. Cumhuriyet, aynı zamanda, bu tip insanı oluşturmak için atılan bir adımdır. Bu adımın dayandığı insan topluluklarından bir tanesi, nüfus mübadelesi sonucu gelecek Müslüman unsurlardı. Gerçi, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmaya yüz tuttuğu on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından yıkılışına kadar olan süreçte, Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’da pek çok şehrin nüfus yapısını değiştirmeye başlayan göçler olmuştu. Siyasal olayların bir sonucu olarak ortaya çıkan bu göçler Türk halkı arasında milliyetçilik akımının kök salmasında önemli etkenlerden biri olmuştur.46 Anadolu’daki diğer unsurların da aynı nedenlerden dolayı göç etmesi, söz konusu toprakların monolitik görünümlü bir halk tarafından sahiplenilmesi sonucunu vermiştir.

Türk Bağımsızlık Mücadelesi başladığında, Anadolu’da halen önemli sayıda Rum, Ermeni vb. kesimlerden insanlar vardı. Bundan ötürü, Nüfus Mübadelesi Anlaşması’nın mücadelenin bitiminden kısa bir süre sonra imzalanması Anadolu’da homojen bir ulusal kimliğin doğmasında atılmış son adım olarak yorumlanabilir. Ancak, homojenliğin daha belirgin olduğu alan dinsel alan olmuştur. Etnik ve dinsel homojenlik, kendini özellikle Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olarak bulunduğu Batı Anadolu bölgesinde, dolayısıyla Bursa’da da gösterdi. Buradan şu sonuca ulaşabiliriz: Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonucu Bursa’ya gelen göçmenlerin, Bursa’nın sosyal yapısı üzerinde görülebilir ilk net etkileri, şehrin nüfusunun etnik ve dinsel yapısında homojenliği sağlamalarıdır. Ancak, Bursa nüfusunun homojenleşme sürecinin mübadele ile sınırlı tutulamayacağı açıktır. Bursa sancağı, özellikle “93 Harbi”nden sonra Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan yoğun bir göç akınına maruz kalmıştır. Söz konusu harpten hemen sonra hazırlanmış 1303 (1887) tarihli salnameden Bursa’ya yaklaşık 64,000 kişinin geldiğini öğreniyoruz. Bunların çoğu Rumeli’den, Batum’dan vb. yerlerden gelmişlerdir. Bunlar için yeni yerleşim birimleri; köyler ve mahalleler kurulmuştur.47 1903-1904 yılı içinde Kırım, Kafkasya ve Balkanlar’dan gelen göçmenlerin önemli bir kısmı Hüdavendigar Vilayeti sınırları içinde teşkil edilen köylere yerleştirilmiştir.48 Bursa özelinde, bu sürecin son halkası mübadele olmuştur.

Mübadil göçmenlerin Bursa şehri üzerindeki diğer etkilerine ve etkilerinin ayrıntılarına girmeden önce, onların sayılarını ve iskan yerlerini saptamak gereklidir.

Mübadele kapsamında Bursa’ya gelen göçmenlerin kitle olarak, ilk defa Aralık 1923’te geldiğini yazmıştık. 1921 yılından 1929 yılına kadar Bursa’ya mübadil göçmen olarak 34,523 kişi gelmiştir.49 Bunların yıllara göre dağılımı şöyledir:

Sene            Gelen Göçmen Sayısı
1921            310
1922            231
1923            6701
1924            22636
1925            2738
1926            827
1927            705
1928            305
1929            70
Genel Toplam    34523

Bursa’ya gelen ve iskan edilen mübadil göçmenlerin toplam sayısında , az da olsa, farklı rakamlar vardır. Kentbilimci Cevat Geray, Toprak ve İskan Genel Müdürlüğü arşivindeki dosyalardan derlediği rakamlara göre, Bursa’ya 1924-1933 yılları arasında gelen mübadil göçmenlerin sayısını 31,658 olarak vermektedir.50

1927 tarihli Bursa Vilayet Salnamesi’ne göre ise bu rakam 33,215’tir. Buna göre, 14,117 kişi Bursa merkezine ve merkeze bağlı köylere, geri kalan 19,098 kişi ise Orhangazi, Mustafa Kemalpaşa, Mudanya, Karacabey,Gemlik ve bunlara bağlı köylere iskan edilmişlerdir. (Ayrıntılı iskan yerleri için bak. Ek I.). Bu sayı, gayri mübadil olan göçmenler, mülteciler ve harikzadeganlarla birlikte toplam 40,708’i bulmaktadır. Böylece, Bursa’ya, ulusal bağımsızlık mücadelesi ve sonrasında mübadil göçmen olarak, verilen farklı rakamlara rağmen, yaklaşık 34,000 kişinin geldiği anlaşılmaktadır. Ancak, Bursa’ya gelen göçmenler bu sayıyla sınırlı değildir. Nüfus Mübadelesi Anlaşması Birinci Balkan Savaşı’nın başlangıç tarihi olan 18 Ekim 1912 tarihinden sonra göç etmiş Rumlar ve Müslümanları da kapsıyordu.51 Balkan Savaşlarından sonra Bursa’ya gelen göçmen sayısı ise 81,265 tir. Bunlar, şehir dahilinde aşağıdaki şekilde iskan edilmişlerdir.52

Bursa Merkez        56454
Mudanya             8234
Karacabey           78
Orhangazi           55
M. Kemalpaşa        55
Toplam              81265

Bursa’ya gelen mübadil göçmenlerin oluşturdukları nüfusun yaş dağılımı, erkek-kadın oranı vb. özellikleri hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Kesin olarak bilinen tek özellik, nüfusun yüzde 90 gibi bir oranının tarımsal kesime ait olduğudur.

Böylece, mübadil göçmenlerin Bursa özelinde ikinci önemli etkisi, çoğunluğu ticaretle uğraşan ve bankacılık, imalat ve diğer serbest meslekleri tekelleri altında bulunduran Rum ve Ermeni nüfusun yerine, büyük ölçüde tarıma bağlı yaşam tarzı süren, üretimi tarımla sınırlı bir nüfusun şehre yerleşmesidir.

Mübadil göçmenlerin Bursa şehrinin sosyal yapısı üzerindeki üçüncü etkisi, azınlık nüfusunun boşalttığı üretim alanlarını, kısmen de olsa, doldurarak özellikle tarımsal alanda üretimi yeniden inşa etmeleridir. Göçmenlerin boş alanlara yerleştirilmesi her şeyden önce üretim potansiyeli var olan alanların kullanılabilmesi için gerekli işgücünü sağlamıştır. Rumların ve Ermenilerin terketmiş oldukları topraklara iskan edilen göçmenler, iskanlarının hemen ertesinde toprağı ekmeye başlamışlardır. Aynı şekilde, şehir merkezine iskan olunanlar ise fabrikaların işgücünü oluşturmuşlardır.

Son olarak, mübadil göçmenlerin gelmesiyle birlikte, Bursa şehrinin kültürel dokusu önemli ölçüde etkilenmiş ve değişmiştir. Çeşitli azınlıkların olduğu, farklı dinsel örgütlenmelerin ve ibadethanelerin bulunduğu bir yer, nüfusa benzer bir şekilde, homojen bir kültür yapısına sahip olmaya başlamıştır.

Göçmenlerden Sonra Bursa’nın Görünümü

Nüfus

Çalışmamızın daha önceki bölümlerinde, Türkiye’de zamanın hükümetinin zorunlu nüfus mübadelesi yapılmasını isteme nedenlerinden bahsederken, bunlardan birinin, Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaretin tamamına yakınını elinde tutan azınlıklardan, büyük ölçüde Rumlardan kurtulmak arzusu olduğunu yazmıştık. Bunun, ulusal devletin temellerini sağlamlaştırmada önemli bir etkisinin olacağı düşünülmüştü. Rumların ve Ermenilerin boşaltmış oldukları topraklara iskan edilen Müslümanlar, Batı Anadolu’nun tümünde olduğu gibi, Bursa’da da homojen bir nüfusun oluşmasını sağlamışlardır. İmparatorluk döneminde, şehrin yaklaşık dörtte biri (yüzde 24.1) oranında olan azınlık nüfusu Cumhuriyet’le birlikte dikkate alınmayacak bir orana (yüzde 3.2) düşmüştür.53 1927 nüfus sayımı’na göre bu oran daha düşüktür (Binde 5) (Ek II). İmparatorluk döneminde yüzde 20-25’lere varan azınlık nüfusu, böylece, Cumhuriyet’in ilanından sonra hemen hemen yok olmuştur. Buna karşılık, şehir içinde dışarıdan gelenlerin oranı daha önce azınlıkların sahip olduğu bir orana yaklaşmıştır. 1935’te Bursa’nın toplam nüfusunun 76,941’i (yüzde 17.3) yabancı memleketlerde doğmuş olanlardan oluşmaktaydı. Bunların üçte ikilik kısmını Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelenler oluştururken geri kalan üçte birlik kısmı Yugoslavya, Romanya, Rusya, Arnavutluk gibi yerlerden geliyorlardı.54

Bursa nüfusunun, Cumhuriyetin ilk yıllarında İmparatorluğun son dönemine göre önemli ölçüde düştüğü görülmektedir. 1905 yılında 462,954 olan Bursa’nın toplam nüfusu55 1927 yılında 401,595’e inmiştir.56 Bu düşüş, araya giren bir dizi savaş sonucu ortaya çıkan ölümlere bağlanacak olsa bile, esas etken, Rum ve Ermeni nüfusun göçü olmak gerekir. Salnamede, Rum ve Ermeni nüfusu 103,017 olarak görünmektedir. Bunların boşaltmış olduğu topraklara 34,523 kişinin iskan edildiğini düşünürsek geriye kalan 68,494 kişi Bursa’nın nüfus kaybı olarak ortaya çıkmaktadır. 1905 ve 1927 yıllarında Bursa’daki genel nüfus toplamları karşılaştırıldığında, arada 61,359 kişilik bir fark olduğu anlaşılmaktadır.

Cumhuriyet döneminde Bursa, artık eskiden Rumların ve Ermenilerin yoğun bulundukları, Bursa merkez, Mudanya ve Gemlik kazaları başta olmak üzere yerli Müslüman kesimden oluşuyordu Bu, önemli bir saptamadır çünkü Bursa, İstanbul ve İzmir ve çevresinden sonra, belki de, İmparatorluğun en heterojen yeriydi. Cumhuriyet’in kurulmasının ardından nüfus mübadelesinin gerçekleşmesi sonucu, Bursa’da ve Anadolu’nun azınlık nüfusu bulunan diğer taraflarında, ekonomik ve kültürel ayrıcalıklara dayanarak varlığını sürdüren Hıristiyan nüfus yerine, ulusal bir devletin vatandaşı olarak, ilkece eşit haklara sahip, ayrıcalıksız, Müslüman bir nüfus yaşamaya başlamış ve sosyal ilişkilerde bu temel üzerine şekillenmeye başlamıştır. Mübadil göçmenlerin hepsi Türkiye Cumhuriyeti uyrukluğuna geçmişlerdir.57 Böylece, yukarıda rakamsal olarak verdiğimiz homojen bir nüfus, Bursa’nın yeni nüfusunu oluşturdu.

Ekonomik Faaliyet ve Sosyal Yapı

Bursa’nın, İstanbul ve İzmir’den sonra İmparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri olduğuna işaret edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaret hayatının, ağırlıklı olarak azınlıkların, özellikle Rumların idaresi altında olduğu da bilinmektedir. Bursa Sancağında yaşamını sürdüren azınlıklarda, bir kısmı toprağa bağlı olmasına rağmen, daha çok tüccardılar, fabrika işleticisiydiler veya serbest meslek sahibiydiler. Kısaca, Anadolu’da ticaret hayatı canlı diğer şehirlerde gözlenen meslek dağılımında Rumların konumu Bursa’ya da aynı şekilde yansımıştır.58 Öte yandan, Bursa Rumları da İstanbul ve İzmir’de yaşayan Rumlar gibi imalatlada uğraşıyorlardı. Ayrıca, Bursa’da, dokuma tezgahlarına, imalathanelere sahip olmalarından dolayı kendileri için işçi olarak çalıştırdıkları Rumlar da vardı. Böylece, Bursa’da Rum azınlığın oluşturduğu bir işçi grubu ortaya çıkmıştı. İmparatorluğun öteki taraflarında, bankalarda, demiryollarında ve sanayi kesiminde çalışan Rum nüfusla birarada düşünüldüklerinde bunların, gerçekte Rum işçi sınıfının bir kısmını oluşturdukları düşünülebilir. Buna karşılık, Rumların sermaye sahibi bir nüfusunun da olduğu ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz, bu onların sınıf bilinciyle hareket ettiğini göstermez. Rum milliyetçiliği, onların etrafında birlik oldukları ilkeydi. İlginçtir ki, Rumların çoğu sınıfsal veya diğer farklılıkları düşünmeden, Patrikhane’nin liderliği altında  Megali Idea ülküsü etrafında biraraya gelmişlerdir.

Bu görüntü, nüfus mübadelesinden sonra değişmiştir. Çoğunluğu orta sınıf düzeyinde ve şehir ve kaza merkezlerinde yaşayan insanların yerine gelen mübadil göçmenlerin hemen hepsi tarım kesiminden gelmekteydi. Yunanistan topraklarında yaşayıp mübadele kapsamına alınan nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı çiftçilerden oluşmasına karşılık,59 Anadolu’dan mübadele ile ayrılan Rumlar genellikle tüccarlardan, doktorlardan, hukukçulardan, zanaatkarlardan vb. oluşuyordu.60 Bunun sonucunda, Türkiye’ye mübadele sonucu gelen yaklaşık 400,000 kişinin, toplum yapısını önemli ölçüde kırsal kimliğe büründürdükleri iddia edilebilir. Bursa şehrinin de bundan etkilenmiş olması kaçınılmazdır.

Azınlıkların yoğun bulundukları Bursa merkez, Mudanya ve Gemlik kazalarının mübadeleden sonraki mesleksel tablosuna bakmakta fayda vardır. Buna göre, 1927’de toplam nüfusu 127,025 olan Bursa merkez kazasında, nüfusun yüzde 19 gibi bir oranı tarımla meşgulken, ticaret ve sanayi ile meşgul olan yalnız binde 3 gibi küçük bir orandır. Aynı nüfusun yaklaşık yüzde 67’si mesleksiz veya mesleği meçhul görünmektedir.Gemlik ve Mudanya’da ise toplam nüfusun yine yüzde 20’si tarımla meşgulken, ticaret ve sanayi ile uğraşan kesim kaza nüfuslarının binde 2’sini oluşturmaktadır. Söz konusu kazalarda toplam nüfusun yaklaşık yüzde 60-70’i mesleksiz veya mesleği meçhuldur.61Ancak, her üç kazada ve il genelinde mesleksiz veya mesleği meçhullerin pek çoğunun tarım alanında çalıştığı var sayılabilir. Yukarıda verilen rakamlar, daha önce oralarda yaşayan azınlıkların meslek dağılım oranlarıyla karşılaştırılabilseydi şüphesiz daha ilginç sonuçlar ortaya çıkabilirdi.

1927 yılında yapılan nüfus sayımına göre Bursa il nüfusunun meslek itibariyle dağılımı ise şöyledir:

Ziraat                114446
Sanayi                10648
Ticaret               7879
Serbest               1864
Memur                 1715
Hakim                 209
Ordu                  4635
PTT                   153
Muhtelif              2282
Mesleksiz veya
mesleği meçhul        257764
Genel Toplam          401595

Buna göre, nüfusun yüzde 28’lik bir kesimi tarımla meşgulken, yüzde 5’ine yakın bir kesimi serbest meslekte veya sanayi ve ticaretle uğraşmaktadır. Kamu alanında ve diğer çeşitli işlerde çalışan kesim, nüfusun yaklaşık yüzde 2,5’ini oluştururken, nüfusun büyük çoğunluğu, yüzde 64’ü mesleksiz veya mesleği meçhul görünmektedir. Bu oranlar toplandığında Bursa’da, 1927’de faal nüfusun yaklaşık yüzde 36, faal olmayan nüfusun da yüzde 64 olduğu ortaya çıkar. 1935 yılında yapılan ikinci nüfus sayımında ise faal nüfus yüzde 48,8’e çıkarken faal olmayan nüfus yüzde 51,2’ye düşmüştür.62

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, İnegöl ve Yenişehir hariç olmak üzere, Bursa ve diğer kaza merkezlerinde toplam 104,394 kişi yaşarken, köylerinde 194,609 kişi yaşamaktadır.63 Yani, nüfusun yüzde 34,9’u şehrin merkezlerinde, yüzde 65,1’i köylerinde yaşamaktaydı. 1935 Nüfus Sayımı’nda bu oranlar şehir merkezleri için yüzde 30,2 ve köyleri için yüzde 69,8 olarak saptanmıştır. Bu oranlar, Türkiye’nin şehirleşme oranına göre oldukça yüksek kalmaktadır. 1927’de, Türkiye’de şehirleşme oranı yüzde 16,4; 1935’te yüzde 16,9’dur.64

Terkedilmiş topraklara, “Emval-i metruke”, iskan edilen göçmenler, savaş sonrası boş kalmış toprakları, devletin sağladığı malzeme desteğiyle, gelir gelmez ekmeye başlamışlardır. Mübadele İmar ve İskan kanununun öngördüğü şekilde, Bursa’ya gelen mübadil göçmenlere 1924-1933 yılları arasında verilen taşınmaz mallar aşağıdaki gibidir:65

Aile Adedi            7082
Nüfus                 31658
Ev                    5317
Dükkan                719
Arsa                  1844
Toprak (dönüm)        150221
Bağ (dönüm)           4445
Bahçe (dönüm)         33885

İskan işleminin ardından, Bursa’da mahsulün bol olacağına yönelik beklentiler oluşmuştur. Nitekim, dönemin basınında, 1924 yılında, hububatta genel ürünün bir önceki seneye göre üç misli artacağı tahmin edilmekte, emval-i metrukeye ait arazinin yüzde 80’inin ekilmiş olduğu belirtilmektedir.66 Aynı şekilde, Bursa’da, tarımla uğraşan mübadil göçmenlere pulluk haricinde taksitle traktör satıldığı, elli orak makinesi, on çayır makinesi, elli bargir tırmığı ve tohumluk verildiğinden bahsolunmakta, göçmenlerin tütün ekiminde yoğun bir faaliyet içinde oldukları yazılmaktadır.

Yerel bir gazetede de, “Mübadiller ve Ziraiyyat” başlıklı bir yazıda ise göçmenlerin en fazla mısır ve tütün ekimiyle uğraştıkları yazılmaktadır.67 Gerçekte, Bursa’ya gelen göçmenlerin önemli bir kısmı Selanik’ten veya ona bağlı Drama, Kavala gibi tütün üreticiliğinin yüksek ve kaliteli olduğu yerlerden gelmişlerdi.

İpeğin durumuna gelince, Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde hazırlanan Sanayi İstatistiklerine göre, Bursa’da 41 ham ipek fabrikası olduğu görülmektedir. 1913’de 32 fabrika ve 1915’de 20 fabrika işletilmiştir. Bu azalmaya savaşın koza mahsulünü azaltması neden olmuştur. 1916 ve 1917 yıllarında ise kozanın devamlı olarak azalması işleyen fabrika sayısını birkaç müesseseye sınırlamıştır. Bu durum çalışanların sayısını da azaltmıştır.68 Tarımsal alanda bir boşluğu doldurabilmelerine rağmen, mübadil göçmenler ipek üretimindeki açığı kapatamamışlardır. Hatta en iyi bildikleri ve uğraştıkları tarım faaliyeti olarak tütün ekimini bildikleri için kendilerine dağıtılan topraklarda zeytinlikleri kesmişler, dutlukları ve bağları yok ederek onların yerine tütün ekmişlerdir. Böylece, ipekböcekçiliğinin yeniden gelişimini bir ölçüde engellemişlerdir. Gerçekte, Bursa’da Rumların bulunduğu hemen her tarafta kurulmuş olan küçük ölçekli ipekböceği fabrikalarını, oralara yerleştirilen mübadiller kullanamamışlardır.* İlginçtir ki, on dokuzuncu yüzyılda, kozalarından çıkarılan ipekle Avrupa piyasasında ün kazanan Demirtaş69 karyesine iskan edilen göçmenler, fabrikayı yıllar boyu boş bırakmışlardır. Bu nedenle, zamanın hükümeti, ipek üretiminin devamını sağlamak için, ipekçiliği göçmenlere öğretmek yoluna gitmiştir. 1930 yılında, daha önce Bursa Harir Darü’t-talimi olarak bilinen, İpekçilik Enstitüsü yeniden açılmıştır.70 Öte yandan, 1924 ve 1925 yıllarında ipek üretimi Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki üretimin ancak üçte biriydi. 1927 yılında biraz daha artmıştı. Ne var ki, bu alandaki üretim, Rumlar mübadele nedeniyle şehri terkettikten sonra eski miktarına hiçbir zaman ulaşamadı. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte gösterilen çabalar neticesinde elde edilen kısmi gelişme ise eskiden Rum ve Ermeni imalatçılar arasında oldukça azınlık durumda kalmış, Müslüman imalatçılar ve tüccarlar tarafından sağlanmıştır. Anadolu’nun diğer ipekçilik merkezleri olan Erzurum ve Diyarbakır’da bu kısmi gelişme de görülmemiştir. Böylece, Bursa Türkiye’nin ipek ihracatında yüzde 70’lik bir orana sahip olmuştur.71

Bu arada, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra bile Avrupa sermayedarlarının koza piyasasında etkili olduğuna dair bir habere rastlamaktayız. Aynı haberde, Bursa Koza Han’ının eski kalabalığına kavuşmaya başladığı ve bu kalabalık içerisinde mübadil göçmen olarak gelenlerinde bulunduğu ifade edilmektedir. Haberin esas odak noktası, Avrupa sermayedarlarının koza piyasasını düşürmeleriyle ilgili şikayettir.72

Mübadil göçmenler, Bursa’da ipek üretiminin kısmi gelişimine, esas olarak, işgücü sağlayarak katkıda bulunmuşlardır. Bu üretimin şeklinde, mübadeleden sonra ortaya bir farklılık çıkmıştır. Bu da fabrikalarda işgücünün cinsiyetinin değişmesidir. Önceden, ipekçilik endüstrisinde işgücünün tamamına yakınının kadınlardan oluştuğunu yazmıştık. Artık, bu tür fabrikalarda iş yapan kadınların oranı sadece yüzde 4’tür, yani durum tamamıyla tersine dönmüştür.73

Özetlemek gerekirse, İmparatorluk döneminde Rumların ve Ermenilerin tüccar, serbest meslek, sanayici vb. ileri düzeyde bir iş bölümüne dayanan işlerle doldurdukları alan, nüfus mübadelesinden sonra  önemli ölçüde boşalmıştı. Bu alana, yaklaşık yüzde 90’ı tarımsal kesimden gelen bir insan topluluğu yerleşmiştir. Topluluk, genelde Türkiye’nin, özelde ise Bursa’nın tarıma bağlı nüfusunu arttırmış, şehirleşme oranını düşürmüştür. Bununla birlikte, topluluğu oluşturan mübadil göçmenler, özellikle boş toprakların ekiminde önemli etkinliğe sahip olmuşlar ve tarımsal üretimi arttırmışlardır.

Kültürel Yapı

Nüfus mübadelesinden sonra Bursa’nın nüfusla bağlantılı olarak etkilenen ve farklı bir görünüm alan diğer bir yönü kültürel yapısı olmuştur. Etnik ve dinsel kimliklere göre oluşan cemaat yapısı ya da millet örgütlenmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar devam etmiştir. Türkiye’nin ulusal bir devlet olarak şekillenmeye başlamasıyla, bu yapının yeniden oluşamayacağı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Daha önce vurgulandığı gibi, Anadolu toprakları üzerinde yaşayan unsurlar, bir anlamda batılı devletlerin izlemiş oldukları emperyalist politikalar sonucu birbirleriyle birarada yaşayamayacak duruma gelmiş, ardından patlak veren savaşlar, özellikle Rum ve Ermeni nüfusun Anadolu’dan elenmesine neden olmuştur.

Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünden Bursa’nın ne derece heterojen bir nüfus yapısı taşıdığını az çok görmüş bulunuyoruz. Rum ve Ermeniler’in şehri terketmesi ve yerlerine mübadil göçmenlerin iskan edilmeleriyle, alışkanlıkları, inançları, dilleri vb. özellikleri farklı iki kesim yer değiştirmiş oldu. Sonuçta, gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de etnik ve dinsel bir homojenlik sağlanmış, farklılıklar büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.

Bilindiği gibi, homojenliğin sağlandığı ana ögelerden biri dildir. Anadolu’da yaşayan Rumlar’ın bir kısmının Türkçe’yi ana dilleri olarak kullandıkları bilinmesine rağmen, Rumca, onların arasında esas yaygın dildi. Zaten, on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde Yunan devletinin kurulmasıyla beraber yayılmacılığa dayalı bir milliyetçiliğin Rumlar arasında kök salması, onların dil birliğinin sağlanması yönünde eğitim yapmalarına neden olmuştu. Rum ve Ermeniler’in yerlerini alan mübadil göçmenler, Türkiye’ye geldikten sonra kendilerine has bir dialekt ile Türkçe’yi konuşmaya başlamışlardır. Rum ve Ermeni nüfusun yerini alan mübadil göçmenler, geldikleri yerlere bağlı olarak Rumca, Türkçe veya her ikisini birden biliyorlardı. Girit, Yanya ve Preveze’den gelen göçmenlerin Rumca dışında dil konuşmadıkları görülmüştür. Diğer taraflardan, örneğin Selanik’ten gelenler ise Türkçe’yi kendilerine has bir dialekt ile konuşurlardı. Harf devriminin yapılmasıyla birlikte, dili hem yazma hem de okuma yeteneğini elde etmek için bulundukları yerlerde eğitime tabi tutulmuşlardır. Böylece, uzun vadede dil alanında Bursa’nın diğer insanlarıyla bütünleşmişlerdir. Bursa nüfusunun homojenleşmesinin mübadil göçmenlerle sınırlı olmaması gibi, dil olgusu da mübadillerle sınırlı değildi. Daha önceki göçlerle Bursa’ya yerleşmiş olan Balkan ve Kafkas muhacirleri Arnavud, Boşnak, Bulgarca gibi dilleri ve şehirde uzun süreli yerleşmiş bulunan Museviler’de kendi dilleri olan İbranice’yi kullanıyorlardı. Bunun yanında, Museviler İspanyolca’da konuşuyorlardı. 1927 ve 1935 Nüfus Sayımlarında Bursa nüfusunun yüzde 96’ya yakın bir kısmı ana dillerinin Türkçe olduğunu belirtmiştir. Buna karşılık, yüzde 1’den daha az bir oran Rumcayı ana dili olarak ifade etmiştir.74

Öte yandan, Rum ve Ermeniler şehri terkettikten sonra, onlara ait bütün mektepler kapanmıştır. Bunların binaları gelen göçmenler için yine eğitim amacıyla kullanılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Bursa’da maarife bağlı 190 ibtidai okul mevcuttur:75

Kaza                Kaza Merkezinde    Köylerde

Bursa Merkez        26                 36
Orhaneli            2                  25
Orhangazi           3                  14
Karacabey           2                  15
Gemlik              3                  13
M. Kemalpaşa        7                  37
Mudanya             3                  4

Bunların yanısıra, Türklere ait altı, Amerikalılar tarafından idare olunan bir ve Musevilere ait üç ibtidai mektep daha vardır. Ayrıca, Türklere ait liseler, muallim mektepleri, İmam ve Hatib mektebi, Ziraat ve Sanayi mektepleri de aynı yıllarda eğitim araçları olarak kullanılıyorlardı.76 Aynı dönemde, Bursa şehir merkezinde gayrimüslimlere ait iki mektep binası, buna karşılık Müslümanlara ait yetmiş yedi mektep binası vardı.

Dinin toplumların hayatında çeşitli yönlerinden dolayı oldukça önemli olduğu bilinen bir gerçektir. Bursa’da farklı dinsel kimlikler taşıyan toplulukların bulunması, farklı ibadet şekillerinin şehir genelinde temsiline neden olmuş ve buna göre farklı ibadet yerleri, camiler, mescitler, kiliseler, havralar bulunmaktaydı. Ancak, nüfus mübadelesiyle gelen mübadil göçmenler Müslüman kimliğini taşıdığından, bu durum devam etmemiştir. Azınlıkların terkettikleri binalar, ibadet yerleri de dahil olmak üzere, yerinde kalmıştır. Göçmenlerin yerleştikleri Rum ve Ermeni köylerinde cami veya mescit bulunmadığından, kiliseler bu işlevleri yüklenmişlerdir. Söz konusu durum, 1950’lere kadar devam etmiştir. 1912 yılında, Bursa’da sadece Rum azınlığa ait kilise ve rahip sayısı şöyledir:77

Kaza                       Kilise            Rahip

Bursa                      13                21
Gemlik                     5                 5
Mihaliç (K. Bey)           19                24
Mudanya                    16                24
Kirmasti (M. K. Paşa)      3                 4
Atronos  (Orhaneli)        2                 2
Genel Toplam               53                80
Cumhuriyet’in kurulmasının ardından ise Bursa’da cami ve mescit olarak kullanılan 202 bina varken, kiliselerin sayısı 6, havralarınki ise 3’tü.78 Bursa’da kültürel dokunun görünümü, mübadil göçmenlerin iskanıyla birlikte, böylece yeni bir görünüm kazanmıştır.

Ek I

Vilayet Dahilinde İskan Vaziyeti
Merkezde ve Merkez Köylerinde

Ek II

Müslüman            399507
Ortodoks            40
Ermeni              3
Katolik             80
Musevi              1915
Diğer               50
Genel Toplam        401595

Umumi Nüfus Tahriri, 28 Teşrinievvel (Ekim) 1927.
Notlar

*Bu makale, Mart 1999’da Bursa Defteri dergisinin 1. sayısında yayımlanmıştır.

1 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, çev. Seha L. Meray, Takım II, Cilt II, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1973, s. 89. Sözleşme ve Protokol metninin tamamı için bak. Meray, a. g. e., s. 89-95.

2 Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonucu Yunanistan’a göç eden Rumların, söz konusu ülkenin sosyal, iktisadi, siyasi ve kültürel yaşamına ne tür etkiler yaptığının bilinen ayrıntılı bir çalışması için bak. Dimitri Pentzopoulos, The Exchange of Minorities and Its Impact Upon Greece, Paris: Mouton and Co., 1962; Mübadelenin Türkiye’deki uygulaması ve yansımaları için bilinen en ayrıntılı çalışma için bak. Kemal Arı, Büyük Mübadele, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995.

3 Feroz Ahmad, “Unionist Relations with the Greek, Armenian and Jewish Communities of the Ottoman Empire, 1908-1914,” Christians and Jews in the Ottoman Empire içinde, der. Benjamin Braude ve Bernard Lewis, cilt I, Londra: Holmes and Meier Publishers, Inc., 1982, s. 417.

4 İlhan Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu,” Toplum ve Bilim, 50 (Yaz 1990), s. 60.

5 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, cilt II Kısım III, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s. 261-62.

6 Richard Clogg, “The Greek Millet in the Ottoman Empire,” Christians and Jews in the Ottoman Empire içinde, der. Benjamin Braude ve Bernard Lewis, cilt I, Londra: Holmes and Meier Publishers, Inc., 1982, s. 200.

7 Yunanlı yazar A. A. Pallis, iki devlet arasında geçmişte meydana gelen olayların, durumu artık radikal bir değişiklik dışında çözüm kabul etmeyecek bir gerginliğe getirdiğini belirtiyor. A. A. Pallis, “The Exchange of Populations in the Balkans,” The Nineteenth Century and After, cilt XLVII, no. 576 (Şubat 1925), s. 377.

8 Henri E. Allen, The Turkish Transformation A Study in Social and Religious Development, New York: Greenwood Press, 1935, s. 76.

9 Harry N. Howard, The Partition of Turkey, New York: Howard Fertig, 1966, s. 302.

10 Ladas Stephen P., The Exchange of Minorities Bulgaria, Greece and Turkey, New York: The Macmillan Company, 1932., s. 706.

11 Ladas, a.g.e., s. 705.

12 Ladas, a.g.e., s. 713.

13 Arı, a.g.e., s.28, 33.

14 İskan Tarihçesi, İstanbul: 1932, s. 17-18.

15 Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1923.

16 Arı, a.g.e., s. 52-53.

17 Hüdavendigar, 20 Kanunıevvel (Aralık) 1923.

18 Hüdavendigar Vilayeti Meclis-i Umumi Mukarrerat Zabıtnamesi, Bursa, 1339 (1923), s. 44-46; Hüdavendigar Vilayeti Meclis-i Umumiyesi Zabıtname-i Müzekaratı, Bursa, 1340 (1924), s. 108-109, 118, 119, 203, 346.

19 Hüdavendigar, 13 Kanunıevvel 1923.

20 Yeni Fikir, 17 Şubat 1925.

21 Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus sayımı sistemi ve nüfus sayımları ile ilgili geniş bilgi için bak. Enver Z. Karal, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Nüfus Sayımı 1831, Ankara: 1943; Kemal H. Karpat, “Ottoman Population Records and the Census of 1881/82-1893,” International Journal of Middle East Studies, 9 (1978), s. 273-74 ve Stanford J. Shaw, “The Ottoman Census System and Population, 1831-1914,” International Journal of Middle East Studies, 9 (1978), s. 325-338.

22 Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, cilt IV, Paris: Ernest Leroux, Editeur, 1890-94, s. 9.

23 Karpat, a.g.m., s. 274.

24 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1896, s. 372.

25 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1909, s. 252.

26 Justin McCarthy, Muslims and Minorities The Population of Ottoman Anatolia and the end of the Empire, New York: New York University Press, 1983, s. 11.

27 Shaw, “The Ottoman Census System…,” s. 338.

28 Cuinet, a.g.e., s. 9.

29 A.g.e., s. 180, 183.

30 Karpat, a.g.m., s. 264.

31 Stanford J. Shaw, “Ottoman Population Movements During the Last Years of the Empire, 1885-1914: Some Preliminary Remarks,” Journal of Ottoman Studies, cilt I (1980), s. 202.

32 Bunun için bak. Hüdavendigar Vilayeti Salnameleri, 1881, 1890, 1895, 1896, 1897, 1898, 1899, 1901, 1902, 1903, 1904, 1905 ve 1908.

33 Daha ayrıntılı bilgi için bak. Halil İnalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant,” Journal of Economic and Social History of the Orient, cilt III, p II (1960), s. 131-147.

34 19. Ve 20. Yüzyıllarda Bursa’da ipekçiliğin gelişimi için bak. Fahri Dalsar, Türk Sanayi ve Ticaret Tarihinde Bursa’da İpekçilik, İstanbul: Sermet Matbaası, 1960.

35 Leila T. Erder, The Making of Industrial Bursa: Economic Activity and Population in a Turkish City 1835-1970, yayınlanmamış doktora tezi, Princeton: 1976, s. 66.

36 A.g.e., s. 118-119.

37 A.g.e., s. 123-24; Gerasimos Augistinos, The Greeks of Asia Minor, Kent: The Kent State University Press, 1992, s. 102.

38 Issawi, 1872 yılı tarihli bir kayıda dayanarak çalışan kesimin sadece yüzde 4’ünün erkek olduğunu ileri sürmektedir. Geri kalanın yüzde 84’ü henüz ergenlik çağında olan, yüzde 12’si de on sekiz yaş üstündeki kızlardan oluşmaktadır. Issawi, ayrıca, bunların yüzde 95’inin Ermeni ve Rum olduğunu eklemektedir. Charles Issawi, The Economic History of Turkey, Chicago: The University of Chicago Press, 1980, s. 313.

39 Augustinos, a.g.e., s. 103.

40 Cuinet, a.g.e., s. 48.

41 A.g.e., s. 181, 183.

42 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1900, s. 437-39.

43 A.g.e., s. 262-298, 317-324.

44 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1888, s. 72-73.

45 Vedat Eldem, Osmanlı İmparaorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara: Türkiye İş Bankası, 1970, s. 128.

46 Gülten Kazgan, “Milli Türk Devletinin Kuruluşu ve Göçler,” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, No: 1-4 (Ekim 1970-Eylül 1971), s. 318.

47 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1887, s. 78-85, 89-90.

48 Adnan Sofuoğlu, “Osmanlı Devletinde Ortaya Çıkan Göç Problemleri ve Türk Göçlerinin Bir Safhası; 1903-1904 (Rumi 1319) Yılında Meydana Gelen Göçler,” Türk Kültürü, no. 383 (Mart 1995), s. 169.

49 İstatistik Yıllığı, cilt III (1930), s. 100.

50 Cevat Geray, Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskanı (1923-1961), Ankara: SBF Maliye Enstitüsü, 1962, Ek 5.

51 İlgili Antlaşmanın 3. maddesi.

52 Cenub-ı Marmara Havzası Bursa Vilayeti Coğrafyası, İstanbul: 1927, s. 91.

53 Justin McCarthy, “Foundations of the Turkish Republic: Social and Economic Change,” Middle Eastern Studies, cilt 19 no. 2 (Nisan 1983), s. 142.

54 Genel Nüfus Sayımı 20 İlkteşrin (Ekim) 1935, Ankara: T. C. Başbakanlık İstatistik Genel Direktörlüğü, 1937.

55 Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi 1908, s. 606.

56 Umumi Nüfus Tahriri 28 Teşrinievvel (Ekim) 1927, Ankara: T. C. Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, 1929.

57 Bu geçişi öngören anlaşma maddesi için bak. Meray, a.g.e., s. 90.

58 Clogg, a.g.m., s. 196.

59 Ladas, a.g.e., s. 714.

60 Pentzopoulos, a.g.e., s. 102.

61 Umumi Nüfus Tahriri 1927.

62 Genel Nüfus Sayımı 1935.

63 Cenub-ı Marmara Havzası, s. 78.

64 Frederick C. Shorter, “The Population of Turkey after the War of Independence,” International Journal of Middle East Studies, 17 (1985), s. 429.

65 Geray, a.g.e., Ek Tablo 5.

66 Cumhuriyet, 11 Haziran 1924.

67 Yeni Fikir, 31 Ağustos 1925.

68 Gündüz Ökçün, Osmanlı Sanayii 1913-15 İstatistikleri, İstanbul: Hil Yayın, 1984, s. 140-43.

* Bu konuda, Demirtaş, Görükle gibi yerlerde, o günlerde mübadil göçmen olarak gelenlerle yaptığım mülakatlarda fabrikaların kendi haline bırakıldığı ifade edilmiştir.

69 Bak. Dalsar, a.g.e., s. 417.

70 Tahir Yetmen, “İpekböcekçiliği,” Uludağ Bursa Halkevi Dergisi, cilt 5, no. 20-24
(1939), s. 54.

71 Erder, a.g.e., s. 136.

72 Cumhuriyet, 27 Haziran 1924.

73 Erder, a.g.e., s. 138-39.

74 Umumi Nüfus Tahriri 1927, Genel Nüfus Sayımı 1935.

75 Cenub-ı Marmara Havzası, s. 115.

76 A.g.e., s. 115-116.

77 Leon Maccas, L’Hellenisme de l’Asie Mineure, Paris: Berger-Leurault, 1919, s. 109.

78 Cenub-ı Marmara Havzası, s. 215.