21 EKİM 2004 ATİNA

“Türkiye ile Yunanistan’da Nüfus Mübadelesinen Kalan Mimari Mirasın Korunması ile İlgili Yerel Bilincin Geliştirilmesi” kısa adı ile “ORTAK KÜLTÜR MİRASIMIZ-BİRLİKTE KORUYALIM” projesinin Yunanistan ayağı 21-27 Ekim 2004 tarihlerinde Girit’in Resmo (Rethymno) kentinde gerçekleştirildi.

Lozan Mübadilleri Vakfının öncülüğünde Türkiye’den Mustafapaşa (Nevşehir/Kapadokya/Sinasos) Belediyesi, Mimarlar Odası, Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği ile Yunanistan’dan Hellenic ICOMOS’un ortaklığında yürütülen projenin Türkiye ayağı ise 18-23 Eylül 2004 tarihlerinde Kapadokya Mustafapaşa’da gerçekleştirilmişti.

Yunanistan’a proje ekibimizden Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu, Doç. Dr. Nükhet Adıyeke, Doç. Dr. Can Binan, Dr. Nimet Özgönül, Buket Coşkuner, Ege Yıldırım, Nilgün Öz, LMV yönetici ve üyelerinden Müfide Pekin, Sefer Güvenç, Süleyman Mazlum, Talat Ulusoy, Şule Kılıç, Nur Taşan, Zübeyde-Erol-Sinan Tulpar, Sema Elgün, Berrin Kırar, Fitnat Sönmez, Mustafapaşa Belediye Başkanı Mustafa Özer, Halkla İlişkiler sorumlusu Süreyya Aytaş, Girit kökenli Prof. Ayşe Lahur Kırtunç, Mustafa Çiçek, Girit mübadilleri üzerine doktora yapan Renk Özdemir, ICOMOS davetlisi olarak Ayvalık Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, Prof. Dr. Haluk Sezgin, müzisyen Nikiforos, müzisyen Vassiliki, TRT’den Nimet Ersin, Hasan Çeliker ve Sarper Okna’dan oluşan 31 kişilik grubumuz İstanbul’dan bir saat süren uçuştan sonra 21 Ekim sabahı saat:9.45’te Atina Havaalanına indi. Programa göre Atina’da Plaka ve Monastiraki semtlerindeki Osmanlı döneminden kalan mimari eserler incelenecek, öğleden sonra da incelenen yapılar üzerine tartışma ve görüş alış verişi yapılacaktı. Havaalanından bizleri hazır bekleyen otobüse binip doğrudan Monastiraki semtine gittik.

MONASTİRAKİ

Atina’da Monastiraki meydanındayız. Atina’da başlayan atölye çalışmalarına (workshop) Hellenic ICOMOS başkanı Nikos Agriantonis bizzat rehberlik ediyor. Nikos’un anlattığına göre Osmanlı döneminden önce bu meydanda büyük bir manastır varmış. Osmanlı döneminde bu manastırın havlusuna bir cami inşa edilmiş. Burası 1870 yılına kadar cami olarak kullanılmış.Cami ayakta, ancak minaresi depremden yıkılmış. (Atina valisinin yaptırdığı Mustafa Ağa Camii).Bir de iki katlı idari bina (vilayet binası ) inşa edilmiş. Monastiraki meydanında küçük bir kilise ile cami yan yana duruyor. Galiba şu an müze olarak kullanılıyor. Yan tarafında daha düşük kotta antik sütunlar yükseliyor. Bu sütunlar cami yapılırken var mıydı yoksa sonradan yapılan kazılarla mı ortaya çıktı bilemiyorum ; ama aynı durum Fethiye camii çevresinde de gözleniyor.

FETHİYE CAMİİ

Monastiraki meydanından birkaç yüz metre ilerideki Fethiye Camiine gidiyoruz. Geçtiğimiz sokaklardaki yapılar Osmanlı dönemi izleri taşıyor. Fethiye Camii Akropolis’in eteklerinde yer alıyor. Caminin bulunduğu alanda da antik sütunlar yükseliyor, anlaşılan restorasyon devam ediyor. Kazıların caminin temellerine zarar verme ihtimali çok yüksek. Nikos Agriantonis, ICOMOS olarak caminin restorasyonu için çaba gösterdiklerini, tekrar cami olarak kullanılmasını savunduklarını söyledi. Konuyu 1999 depreminden sonra ve olimpiyatlardan önce de gündeme getirdiklerini, yıkılmasının önlenmesi için restorasyona onay verilmesini istediklerini belirtti

Ne yazık ki şu ana kadar olumlu bir gelişme olmamış. Arkeologlar ile Mimarların kültürel mirasın korunması konusuna yaklaşımları çok farklı. Arkeologlar yerin altını kazarken yerin üstünde mevcut kültürel mirasa değer vermiyorlar ve saygı duymuyorlar gibi bir izlenim edindiğimi söyleyebilirim. Kültürel mirasın korunması konusunda mimarlar ilerici ve atılımcı, arkeologlar ise tutucu bir konumda. Nikos Agriantonis Fethiye Camiinin restorasyonu ve tekrar cami olarak ibadete açılması konusunda çok samimi ve ısrarlı. Olimpiyatlardan önce Yunanistan’daki cami tartışmaları hafızalarımızdaki tazeliğini hala koruyor. Şehrin kilometrelerce dışında havaalanına yakın bir yerin cami olarak tahsisine Atina Kilisesi karşı çıkmıştı.Batı Trakya dışında Yunanistan’da ibadete açık cami yok. Verilen rakamlara göre Atina kent merkezinde şu anda Pakistanlısı, Arnavutu, Arabı, Türkü, 140 bin Müslüman yaşıyor ve ibadet edebilecekleri bir tek cami yok. Müslümanların apartman dairelerinde, sağlıksız mekanlarda ibadet ettikleri söyleniyor. Fethiye Camisinin tam karşısında ise Veli Bey medresesinin kalıntıları duruyor. Sadece dış kapısı ayakta kalmış. Bakalım o ne kadar dayanacak…

Atina’dan Girit’e gemi ile geçtik. Girit anılarım devam edecek

Sefer Güvenç

KANDİYE (IRAKLİON)

Günlerden 21 Ekim 2004. Atina’dan Girit’in Iraklion şehrine gemi ile geçiyoruz. Gemiler oldukça büyük , hem yolcu hem araç taşıyorlar. Geceyi kamaralarda geçirdik.Kamaralar oldukça rahat. Sıcak su ve duş mevcut. Tek yön gidiş 26-50 Euro arasında değişiyor. Koltuk bolumu de var, fiyatları daha düşük. Akşam 20.30’da Pire limanından hareket eden gemi sabah saat 05.00 civarında Iraklion’a vardı. Fakat bizler saat 06.30’a kadar uyuyabildik ve 07.00’de gemiyi terk ettik.

Gemiden indiğimizde limanda otobüsümüzü hazır, değerli dostumuz, Istanbul’lu hemşehrimiz Tanaş Çimbis’i, ICOMOS temsilcisi Vassilis’i, bizlere Iraklion’daki Osmanlı eserleri hakkında bilgi sunacak Yannnis Pertselakis’i bizleri bekler bulduk.

Otobüsümüze bindik, Alaçatılılar Derneğine gideceğiz. Sabah kahvaltısına davetliyiz. Yol boyunca Yannis bizlere Kandiye hakkında bilgiler sunuyor. İşte Yannis’ten Kandiye hakkında dinlediklerimiz:

“1648 yılında Osmanlı ordusu Girit’i ele geçirmek için ilk defa buraya ayak bastığında burada ufak tefek evler vardı. (Liman çevresini gösteriyor). Ordunun doğru dürüst harp edebilmesi için bu ufak tefek evleri yıktılar. Büyük Forteza dedikleri bir kale inşa ettiler. Kale gayet emniyetli bir kale idi altı tane burçları vardı. Bu inşa edilen kale o kadar sağlamdı ki Venedikliler sehri tekrar ele geçirmek için Hanya ve Resmo’dan takviye getirmelerine rağmen kaleyi delip içeri giremediler. Bu kale Osmanlılar tüm Giriti ele geçirinceye kadar Ahmet Köprülü’nün emri altında kaldı. Venedikliler şehre giremediler.”

Osmanlı Ordusunun 1648 yılında Iraklion’u ele geçirmesinden bir yıl sonra 1649 yılında Bektaşi Tekkesinin Horasanlı Paşa tarafından kurulduğu, yakınında da türbesinin bulunduğu söylendi. Horasani Tekkesi denilen bu tekkenin kurucusu gerçekten paşa mı idi bilemiyorum. Bu konuyu tarihçiler ve Girit Bektaşiliği üzerine araştırma yapanlar daha iyi bilirler. Şu anda bu Tekke Alaçatılılar Derneğinin merkezi.

ALAÇATILILAR DERNEĞİ

Adından da anlaşılacağı gibi 1922 yılında Alaçatı’dan gelen Ortodoks Rumlar yerleştirilmiş bu bölgeye. Alaçatılılar Derneği ile LMV kuruluşundan bu yana iyi ilişkiler içinde. Alaçatılılar her yıl geleneksel olarak eski yurtlarını ziyarete gelirler. Hatırlayanınız vardır, geçen yıl Istanbul’u da ziyaret etmişler, Alaçatılılar Derneğinin Korosu ile Eczacılar Odası Korosunun katılımıyla Pak İş Merkezi salonunda bir etkinlik gerçekleştirmiştik. LMV uyeleri ve mubadiller olarak Kandiye’yi her ziyaret edişimizde Alaçatılılar Derneğini mutlaka ziyaret ederiz. Her ziyaretimizde derneğin becerikli bayan üyeleri bizleri kendi elleri ile yaptıkları böreklerle, çöreklerle, tatlılarla ağırlarlar. Bu kez de sabah kahvaltısı için masaları çeşit çeşit yiyeceklerle donatmışlardı. Dernek üyeleri bizleri kapıda karşıladı. Kardeşlerin, yakın akrabaların karşılaşması gibi bir kucaklaşma yaşandı. Zaten çoğumuz birbirimizi tanıyorduk. Dernek başkanı Malvina Sifigas’ı Girit kökenli mübadillerden tanımayan yok gibi.Malvina bizlere bir hoş geldiniz konuşması yaptı. Hem dernekleri hem de Bektaşi Tekkesi hakkında bilgiler sundu. İşte Malvina’nın sözleri:

“Her şeyden önce misafirlerimize hoş geldiniz diyoruz. Buluştuğumuza bahtiyarız. Müfide ve Seferle senelerdir yakın dostluğumuz var. Biz de İstanbul’da bulunduk o günlerde duyduğumuz hisleri kolay kolay tarif edemeyiz. 1922 de mübadele başladı, bu gün buna mübadele diyoruz aslında çok daha kötü şartlar altında oldu. Alaçatıdan olan analarımız, babalarımız, dedelerimiz ilk defa olarak buraya Iraklion’a geldiler. O zaman ismi Iraklion değildi, TEKKE idi. Alaçatılılar buraya yerleştiğinde mıntıkaya AMBELOKİPİ ismi verildi. AMBELOKİPOS bağ demektir. Burada bağlar çoktu. Alaçatılılar burada çalıştılar. Bu bakımdan bağ şehri Ambelokipos ismi alındı. Alaçatıdan gelenlerin çocukları ve torunları ilk ana vatanlarının hatırına 22 sene evvel bu derneği kurdular. Bu derneğin esas amacı oradan gelenlerin kültürlerini yaşatmaktır. Bu gördüğünüz şaheser bina o zaman bir mal sahibinin KRİANOMOS isminde bir belediye reisimiz vardı, Bu viran binayı satın aldı ve ihya etti. Aslı, kökü Somalıydı. Sonra Alaçatılılar derneğine hibe etti. Burada aramızda belediye reisleri de var, bu şekilde belediye reislerinin mahalli topluluklara ne şekilde faydalı olacaklarını görüyoruz. Zaten onların da mahalli topluluklara yaptıkları hizmetleri biliyoruz. Bu bina ihya edildikten sonra bu muhitin pırlantasıdır diyebiliriz. Biz Türkiye’ye geldiğimizde bir çok kıymetli binaların elden geldiğince muhafaza edildiklerine şahit oluyoruz. Ve başarı gösterildiğinde seviniyoruz, bu binayı gördüğünüzde sizlerin de aynı şekilde sevineceğinizden eminiz. Derneğin bütün kültür faaliyetlerini bu bina içinde gerçekleştiriyoruz. Diyebilirim ki faal bir derneğiz. Burada koromuz var, resim kolumuz var, ikonografi yapan kolumuz var, tiyatro yapan bir kolumuz var. Ve en mühimi esas ana vatanla teması temin etmek üzere İstanbul kanalı ile Alaçatıya seyahatler tertip ediyoruz. Sahsım ve idare heyeti olarak amaçlarınıza varmanızı ve bizi tekrar ziyaret etmenizi temenni ederiz.”

Malvina Sifigas’ın konuşmasının çevirisi dikkatinizi çekmiştir herhalde. Bu çeviriyi yapan 1964 yılında İstanbul’u terk etmek zorunda kalan aslen Mustafapaşa (Sinasos) kökenli Stelios Roidis. Roidis İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir inşaat mühendisi. Atina’da yaşıyor. Yazar ve çevirmenlik yapıyor. Feride Çiçekoğlu’nun ve bir çok yazarımızın kitaplarını Yunancaya çevirmiş. Eski deyimle tam bir “İstanbul beyefendisi”. Konuştuğu Türkçe de 1960 yılların has İstanbul Türkçesi. Bu etkinlikler sırasında kendisini tanımak bizler için büyük bir mutluluk.

KANDİYE ŞEHİR TURU

Alaçatılılar Derneği ziyaretimizden sonra otobüsle şehir merkezine dönüyoruz. Yannis yol boyunca Kandiye hakkında bilgi vermeye devam ediyor.

“Bundan 30 sene önce Iraklionun nufusu 50-60 bindi, şu anda 160 bin. Sebebi iç göç ve son zamanlarda gelen yabancılar. Ruhsatsız binalar mevcut. Venedik surlarının güney surlarına doğru gidiyoruz. Uzunluğu 3.5 km. Akdeniz’de aslına uygun olarak onarılmış olan tek surdur bunlar. Surlar venedikliler tarafından 15. yy. yapıldı, bundan önce Bizans’tan kalma daha ufak surlar vardı fakat o surların dışına da binalar yapılınca yeni surların yapılması zorunlu oldu. Solda gördüğünüz çeşme Osmanlılardan kalma, bu çeşme başka bir yerde idi, oradan buraya taşşıttılar. Hanyalı çeşmesi tam karşımızdaydı, köşede. Tersaneyi görüyoruz. Eskiden bunlar 17 taneydi kala kala bunlar kaldı. Zelzele ve diğer tahribatlar nedeniyle. Sağda kuleyi görüyoruz. Eskiden, daha küçük Osmanlılar zamanında yapılmış bir kule vardı yıkıldı. Venedik kilisesini görüyoruz, Aziz Petros kilisesi, eskiden bu cami olarak kullanıldı. Sultan İbrahim camisiydi. Şu an kullanılmıyor. Metruk. Borozini Girit’i Türklere teslim ettiğine dair şartnameyi burada imzaladı. Deniz surları da burada bitmiş oldu. Şimdi batı surlarındayız, solda küçük kapı Osmanlı zamanında, yeni kapı Venizelos zamanında yapıldı. Görüyorsunuz feci bir trafik sorunu var. Sebebi ise bütün idari bürolar eski şehrin içindedir. Tam karşıda Arkeoloji müzesi var.

TARİH MÜZESİ

Arkeoloji müzesi programda yok ama Tarih Müzesi var. Tarih Müzesine doğru yöneliyoruz. Otobüsümüz tarih müzesinin önünde duruyor.Müze yetkilileri geleceğimizden haberli. Kapıda karşılanıyoruz, müze yetkilisi müzedeki bulunan objeler konusunda bizleri aydınlatıyor ve bizlere rehberlik ediyor. İşte söyledikleri:

“Girit Doğu Romaya bağlıydı. Müzedeki objeler 4 bolum. 1. Bolum 4-9 asır arası Bizans dönemi, 9 ve 10 asırlar Arapların dönemi.Iraklion’un ismi o zaman ismi değişti Handaks oldu. 10 ile 13 asır arasında ikici Bizans dönemi başlıyor. 13 ile 17 asır Venedik dönemleri. Ada, 17 Asırda Osmanlılar tarafından alınıyor ve 20. asrın başında Yunanistana bağlanıyor. 19 asra kadar handaks ismi kullanıldı. Bizanslılar da Handaks veya Handakas olarak kullandılar ondan sonra Venedikliler Kandiya ismini verdiler. Osmanlılar tarafından Kandiye olarak çağrıldı. Görülen makette Venedik dönemi görünüyor. Girit’te en iyi surlara Iraklion sahipti. 1644-1669 seneleri arasında Osmanlı kuşatması. Sonunda ele geçirdiler. Osmanlılar zamanında bir çok bina ve bilhassa kiliseler camiye çevrildi, binalar Osmanlı motifleri ile süslendi. Ve diğer binalarda Osmanlı motifleri ile süslendi, mesela askeri binalar. Osmanlı döneminde yerli halkın bir kısmı Müslümanlığı kabul etti, 18 asrın sonunda ada halkının % 40’ı Müslümandı. Bilhassa şehirlerde Müslümanlar daha fazlaydı. 19 asrın başlarından itibaren Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında çatışmalar başladı. Buranın yerli Hıristiyanları isyan ettiler bağımsızlık ve daha sonra adanın Yunanistan’a bağlanmasını istediler. Çatışmalar nedeniyle güzel binalar da harap olmaya başladı. 19 asrın sonunda Müslüman halk yavaş yavaş adayı terk etmeye başladı. Mübadele ile Müslüman nüfus tamamen adayı terk ediyor. b Bu günde Iraklion’da Osmanlı döneminden kalan binalara rastlanıyor. Maalesef Hanya ve Resmo kadar tarihi bina kalmadı. Giritli Müslüman ve Hıristiyanlar arasında dini inançlar dışında fazla bir kültürel ayrım yoktu. Dilleri ve yemek kültürleri aynı idi. Ayrıca Osmanlılar döneminde çok sayıda kelime Giritlilerin kullandığı dile girmiş ve halen daha kullanılmaktadır.” Tarih müzesinden çıkıp eski bir Osmanlı konağını ziyaret ediyoruz.

OSMANLI KONAĞI

Osmanlı döneminde Kandiye’nin aristokratları, zenginleri gerek Müslümanlar gerek Hıristiyanlar bu mahallede oturuyorlarmış. Mübadeleden sonra bu konağı bir aile alıyor o aileden de Kronakis ailesi satın alıyor. Ve bu evi bugünlere kadar koruyup yaşattığı için bu eve Kronakisin evi deniyor. Kronakis aynı zamanda Belediye meclis başkanlığı yapmış solcu bir avukatmış. Konakta Osmanlı kitaplarının bazı kopyaları yer alıyor. Asılları müzede. Konağın tavanı çok ilginç. Rengarenk figürlerle bezenmiş. Tavan temizlenince resimler orijinal haliyle ortaya çıkıyor. Gerçekten göz kamaştırıcı.

KÜTÜPHANE

Iraklion’da Osmanlı Kadı Sicilleri arşivinin bulunduğu belediye kütüphanesini ziyaret ediyoruz. Arşiv hakkında yetkililer tarafından etraflıca bilgilendiriliyoruz. Iraklion ve Girit’e ait önemli belgeler burada muhafaza ediliyormuş. 280 yılından başlayıp 1950 yılına kadar olan uzun bir döneme ilişkin belgeler mevcut. Venedik arşivi mikro film olarak duruyor. Orijinalleri Venedik’te. Osmanlılardan kalan belgelerin ise orijinalleri burada. Bu arşive Iraklion’un Türk arşivi diyorlar. Kadı sicilleri mevcut. Tercüme bizim için zor diyor yetkili. Fakat Girit tarihi için çok önemli olduğunu, mutlaka tercüme edilmesi gerektiğini vurguluyor. Arşivde Yunanlı ve Macar Osmanlı uzmanları birlikte çalışıyorlar. Osmanlılardan kalan belgelerin adedi 300 binin üzerindeymiş. Bu sayı sadece kadı sicillerine ait ayrıca noter evrakları varmış. Mübadele ile ilgili, mübadele komisyonları ile ilgi evraklar da var. Bu belgelerin yalnız kendileri için değil, dünya için de önemli belgeler olduğunu söylüyor yetkili. “Girit tarihi ancak bu şekilde açığa çıkar” diyor. Belgelerin korunması için belirli bir sıcaklıkta klima çalışıyor.Böceklerin zarar vermemesi için tedbirler alınmış. Ayrıca belgelerin mikro filmleri çekilmiş. Orijinaller zarar görmesin diye belgeler dijital ortama aktarılmaya başlanmış.

Bu bilgilerden ve böylesi titiz bir çalışmadan etkilenmemek mümkün mü: ?

Nükhet Adıyeke İstanbul’da Hanya ve Resmo’ya ait 250 cilt belge olduğunu söyleyince, yetkili heyecanlanıyor, ellerindeki toplam kadı sicili defterinin sayısı 164, kasabalara ait de 40 adet defter varmış. Birlikte çalışabiliriz, bu iş için finans kaynakları yaratabiliriz demekten kendini alamıyor. Nukhet Hanım, Istanbul’daki bu belgelerin Vakıflar Bölge Müdürlüğünün deposunda çuvallar içinde bulunduğunu, araştırma yapmak üzere müracaat ettiğini ancak tasnif edilmediği gerekçesiyle izin verilmediğini içi burkularak anlattı bizlere. Oysa ki Girit’in tarihi, Girit göçlerinin tarihi, mübadelenin tarihi çürümeye, küflenmeye terk edilen o çuvalların içinde…

Kandiye incelemelerimizin süresi program sınırlarını çok aştı. Otobüs şoförümüz çok kızgın, bizi neredeyse dövecek… Aceleyle otobüse doluşuyoruz, Resmo’ya doğru yola koyuluyoruz…

Bir sonraki mailimde Resmo izlenimleri yer alacak..

Sevgiyle

Sefer Güvenç

 

RESMO (RETHYMNO)
22.10.2004

Girit’te beş gün sürecek olan “Ortak Kültürel Mirasımız-Birlikte Koruyalım Projesi”nin oturumları Resmo Üniversitesine bağlı Xenia konferans salonunda gerçekleştirilecek. Kandiye’den sonra geldiğimiz Resmo, sakin bir tatil kasabası gibi geldi bizlere. Kaldığımız otel deniz’e yüz metre uzaklıkta bir apart otel. Müşterileri çoğunlukla tatile gelen Alman turistler. Plajlardaki, otelin havuzundaki insanları görünce tatile geldiğimiz kanısına kapıldık bir an. Akşam saat 18.00’de ilk oturumun başlayacağı hatırlatılınca bu tatlı düşümüz sona eriverdi.

Öğle yemeğinden sonra ilk oturum için kaldığımız otele çok yakın olan konferans salonunda yerimizi aldık. Konferans saatleri Yunanistan’daki SİESTA geleneğine ve çalışma saatlerine göre ayarlanmış. Sabahki oturumlar saat 10.00 başlıyor 14.00’te bitiyor, öğleden sonraki oturumlar ise saat 17.00-18.00 de başlıyor 21.00’de bitiyor. Akşam yemeği saat 22.00 den sonra. (Benim yatma saatim!). Bizim akşam dediğimiz saatlere onlar öğleden sonra, gece dediğimiz saatlere ise akşam diyorlar.

Konferansın açılış oturumunda Yunanistan ICOMOS başkanı Nikos Agriantonis, Yunanistan Teknik Odası başkanı, LMV başkan yardımcısı Müfide Pekin (Müfide Hanım’ın konuşması LMV’nin web sitesinde mevcut), Avrupa Komisyonu adına Ira Kaliampetsos, Resmo Belediye Başkanı, Resmo Vilayeti adına bir temsilci ve Resmo Piskoposu söz aldı. Dikkati çeken husus, bilimsel bir toplantıda bile bir Ortodoks bir din adamına protokolde yer veriliyor olması. Kilisenin sosyal hayattaki etkisinin bir göstergesi bu. Hatırlarsanız kimliklerden din hanesi kalkınca Yunanistan Ortodoks Kilisesi kıyametleri koparmıştı. (Sahi kalktı mı?)

Biz yine konumuza dönelim. Açılış oturumundan sonra,

TARİHİ RESMO VE OSMANLI ESERLERİ başlıklı panel başladı.

Yannis Spandagos: Şehrin Planlaması ve Osmanlı Döneminde Resmo’nun Sosyal Yapısı,

Vanghelis Andreadakis: Resmo’da Osmanlı ve Yeni Osmanlı Eserleri,

Eleni Kanetaki: Osmanlı Hamamlarının Mimari Özellikleri, Resmo ve Hanya Örneği,

Giorgos Ekakis: Bir Koleksiyoncunun bakış açısından Resmo’daki Osmanlı Eserleri,

Başlıklı bildirilerini sundular.

Bildirilerin sadece başlıklarını belirtmekle yetiniyorum. Etkinlik konuşmalarının ve tartışmalarının tümü Ocak 2005’te yayımlanacak olan proje sonuç kitapçığında yer alacak.

İlk günkü oturum akşam saat 21.30 da sona erdi. Günü, Resmo Valiliğinin onurumuza verdiği güzel bir akşam yemeği ile noktaladık.

RESMO ve KÜLTÜREL MİRAS
23.10.2004

Bu sabahki programımız Resmo inceleme gezisi. Rehberimiz mimar ve araştırmacı Yannis Spandagos. gezimiz yeni limandan başlayıp, eski limana kadar sürecek. Resmo’yu yürüyerek geziyoruz.

Resmo, Venedik dönemi ile Osmanlı döneminin bir sentezi görünümünde. Yeni limanın önündeyiz. Limanda iki yunusun kucaklaştığı bir heykel görünüyor. Bu figür Resmo’nun simgesiymiş. Spandagos kentin en önemli sorunlarından birinin denizin geri çekilmesi ve kumsalın denize doğru büyümesi olduğunu belirtiyor. Yeni limanın inşasından sonra ortaya çıkmış bu sorun. Yeni liman civarında apartman tipi yapılar yükseliyor. Eskiden tabakhaneler varmış bu bölgede, tabakhanelerin arkası ise bağlıkmış. Yapılaşma Resmo’da başka bir sorun daha yaratmış: Sel riski. Eskiden dağlardan gelen suları denize kavuşturan küçük dere yataklarına yollar yapılmış. Son zamanlarda bu sorunu çözmek için çabalar artmış ama kanalizasyonlar ve yağmur sularından gelen atıklar zaman zaman sorun yaşanmasına neden oluyormuş.

Yeni limandan eski şehrin merkezine doğru ilerliyoruz. Eski şehrin doğu yönünden giriş kapısının adı: KUMKAPI. Güney yönünden giriş kapısının adı: ORTA KAPI. Bu gün Megali Porta deniyor. Grup olarak eski şehre Kumkapı’dan giriyoruz, Yannis eski şehir ile ilgili açıklamalarda bulunuyor. Sağ taraftaki bölüm Osmanlı döneminde Müslümanların yaşadığı bir bölgeymiş. Arka kısımda ise Arnavutlar yaşıyormuş. Kumkapı’dan içeri girince sağda deniz tarafındaki mahalleye Yalı Mahallesi deniyormuş. Zenginlerin yalıları bu bölgedeymiş.

Kumkapı’dan girişte hemen sol tarafta Kara Musa Paşa camisi var. Minaresi yıkılmış. Kara Musa Paşa, Resmo’yu ele geçiren paşaymış. Camiyi iki yıl önce gördüğümüzdeki durumu neyse şimdi yine aynı. Yıkıma terk edilmiş hissi uyandırıyor. Yanında Kara Musa Paşanın türbesi var. Dış kapısı kilitli. Caminin arka tarafındaki bahçede çok sayıda mezar taşı bulunuyor. Gruptan bazı arkadaşlar fotoğraf çekmek için alçak olan cami duvarından atlayıp içeri girdiler, mezar taşlarındaki isimler ve tarihler net okunuyor. Büyük çoğunluğu 1700-1800 yılları arasındaki dönemi işaret ediyor. Caminin arka tarafları eskiden talimhane imiş.

ORİJİNAL KIYAFETLER İÇİNDE BİR GİRİTLİ

Resmo gezisi sırasında bazı komik olaylarda yaşanıyordu. Grubumuzdan bazı arkadaşlar cami havlusundaki mezar taşlarını incelerken, çoğunluk cami havlusu dışında, yol kenarında sohbet ediyordu. Yanımızdan geçen bir otomobili yolu açmamız için korna çaldı. Aracın sürücüsüne gözüm takıldı, bu kişi bir önceki Resmo gezimizde tanıdığımız orijinal Girit kıyafetleri giyen kişiydi. Elinde bir pet şişe ev yapımı çikudya ile bizleri otelde ziyaret eden, sabah sabah herkese çikudya ikram eden kişiydi. (İsmini şu an hatırlamıyorum, LMV’nin broşüründe Lütfü Karadağ ile birlikte çekilmiş fotoğrafı var). Başında beresiyle, kilot pantolonu ve ayağındaki uzun konçlu çizmeleri ile aynı tarz giysiler içindeydi. Kendisine selam verince, bana dikkatlice baktı ve arabasını durdurup indi, kırk yıllık dost gibi kucaklaştık. Arkasından gelen arabalar da durmak zorunda kaldı, trafik tıkandı. Kendi aracına yol açmamız için bize korna çalan dostum, bu kez ellerini havaya kaldırarak arkadaki araç sürücülerine durun, bekleyin işareti yaparak trafiği bu kez kendisi tıkamıştı. Bu tanışıklığın öncesini bilmeyen gurubumuzdaki arkadaşlar ve trafiğin açılmasını bekleyen araç sürücüleri bizleri şaşkınlıkla izledi. Bir fincan kahveden sonra bir kadeh çikudya da kırk yıllık dostluğa yol açabiliyordu.

PKK-KKE

Kara Musa Paşa camisinden sonra cadde boyunca yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Grup aşağı yukarı 40 kişi. Caddenin sağ tarafındaki kaldırımından yürüyoruz. Yannis, sol tarafta görülen yapılar hakkında bilgi veriyor. Sol taraftaki bir ayakkabı dükkanın kapısındaki orta yaşlı bir bey grubun nereli olduğunu merak ederek: “İtalyan?” diye seslendi. Karşı kaldırımdan bir arkadaş “Türk” diye yanıtladı. Bunu duyan adan belinden silahını çıkardı, havaya kaldırdı ve “PKK” diye bağırdı. Grup bu gösterinin şaşkınlığını yaşarken silah gösterisi yapan kişiye, karşı kaldırımdan yüksek sesle “KAPA KAPA EPSİLON” diye spontane olarak karşılık verdim. Bunun üzerine gösteri sona erdi, adam silahını indirdi ve dükkanın içine girdi. (Kapa Kapa Epsilon; KKE-Yunanistan Komünist Partisinin kısaltılmışı.) Bu gösterinin anlamı neydi? Onu da siz yorumlayın..

ESKİ RESMO

Yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Sağlı sollu mütevazi köşkler görüyoruz. Yannis ileride daha büyük köşkler var diyor. Şu anda folklor müzesi olarak kullanılan binanın önündeyiz. Burası eski Ayia Varvara manastırıymış, Osmanlı döneminde han olarak kullanılmış. Az ilerideki bir binanın kapısında Osmanlıca bir yazı var, 1901 tarihi okunabiliyor. Yannis, 1900 yılı nüfus sayımına göre Resmo’da yaşayan Müslümanların sayısını 13.000 olarak veriyor. Mübadelede ise sadece 3000 Müslüman terk etmiş Resmo’yu. Bu rakamlarda gösteriyor ki Müslümanların büyük çoğunluğu mübadeleden önce terk etmek zorunda kalmışlar Resmo’yu. Mübadele öncesi Resmo’yu terk edenler kentin ileri gelenleri. İyi eğitim görmüş insanları, doktorları, tüccarları, zanaatkarları. Fakir halk daha sonra mübadele ile terk ediyor şehri. 1881 yılı sayımına göre Resmo şehir merkezinde yaşayanların % 76’sı Müslüman.

Cadde üzerinde Venedik döneminden kalan büyük bir binayı gösteriyor Yannis. Alt katı kemerle açılmış dükkan yapılmış. Bu dükkanlar Osmanlı döneminde açılmış. Venedik döneminden kalma binalara 20. yy da balkonlar eklenmiş. Bu gün Venedik yoncası olarak anılan binanın yerinde Osmanlı döneminde Küçük İbrahim Ağa camisi varmış. Venedik loncasının önü denize kadar açık alanmış, sonradan Osmanlı döneminde yapılaşma olmuş. Bu camiye Giritliler Hacı camii diyorlarmış. Caminin minaresi yıkılmış karşı tarafta da bir çeşme varmış. Bir başka binaya geçiyoruz. Bu bina Venedik döneminde Santa Maria kilisesi ve manastırıymış. Arka taraftan bakarsanız binanın daha dar olduğunu görürsünüz diyor ve açıklamalarını sürdürüyor: “Venedik döneminde de çatı ahşap bir çatı, önümüzde gördüğünüz minare 19.yy minaresi 1892’de yapılmış.Bu minare ile ilgili yerlilerin anlattığı bir efsane var. Resmo paşası veya idare amiri Yorgo Daskalaki adında bir mimarı çağırmış, davet etmiş. Sana bir yolculuk ikram ediyorum, Anadolu’ya git, minareleri ziyaret et ve onların en güzelini kopya edip burada inşa et demiş. Bu efsanenin bir gerçek yanı da olmalı çünkü bu minarenin çizilmiş projesi bulundu altında Daskalaki”nin imzası da var. Burada Resmo tarihinden çok güzel bir örnek görüyoruz. Bir Venedik binasına iki tane Osmanlı kubbesi ve bir minare eklenmiş ve minare Giritli bir Rum tarafından inşa edilmiş. Venedik, Osmanlı ve Yunanlı. Caminin adı; Nerace camisi veya Gazi Hüseyin Paşa camisi. Şimdi Halk sanatları müzesi, folklor müzesi, bu sol taraftaki bölüm Osmanlı ilavesi, sağ taraf Venedik binası, giriş kapısı da Venedik tarzında. Ve biraz ileride iki katlı köşkü görüyorsunuz, mavi boyalı. Hamam biraz daha ileride ama içeri giremiyoruz. Ankebut Ahmet Paşa (Ankebut, örümcek demek) diye bir cami eskiden venedik döneminde kilise, meleklerin kraliçesi Maria ve eskiden minaresi yarı yıkıkmış ve Resmolular tarafından topal minaleri cami olarak biliniyormuş. Yahya İbrahim camii. Yol üstünde bir çeşme, kitabesinde “bundan önce burada bir çeşme yoktu.” Yazıyor. Sağda Aksaray, solda Çukur Bostan, arkada Musallah. Yanında Ayia Sofia yöresi, Ayios Lazaros yöreleri. Müslüman nüfusun yerleşim yerleri buraları.” Bir çeşmenin önünden geçiyoruz. Spandakos” Burada beş çeşme vardı. 3 tanesi kemerin altında ikisi dış tarafta. Şimdi uzanan meydan hükümet konağı meydanı. Yanında da talimhane varmış. Talimhaneyi yapabilmek için Venedik döneminden kalma bir çok bina yıkılmış. Şehircilik aç ısından bu önemli bir olaydı. Şehir iki açık alana kavuştu. Vilayet binasını görüyoruz.” Vilayet binası kalenin hemen altında.

Kaledeyiz. Spandakos açıklamalarını sürdürüyor: “ 28 gün boyunca Osmanlı kuşatmasına dayandı. Kale olarak askeri amaçla tek o zaman kullanıldı. 1700 yılından sonra kale içinde evler inşa edildi. 400 kişi kadar kale içinde yaşıyordu. Çoğu Müslüman’dı. 2. Dünya savaşında hapishane olarak kullanıldı. 1941 bombardımanında aşağı yukarı bütün binalar yıkıldı. Daha eski binalara zarar verilmedi çünkü o dönemde o binalarda kimse yaşamıyordu. Forteza’nın çevresinde bina yoktu. Daha sonraki yıllarda yapılaşma başladı. Hapishanenin yeri şu anda arkeoloji müzesi. Kalenin Venedikliler zamanında dört tane kulesi vardı. Kalp şeklinde.”

Kalenin içindeki camiyi geziyoruz. Minaresi yok. Eski fotoğrafında minare var. Restorasyon görmüş ama iç mekanlardaki dekorlardan hiçbir iz kalmamış. Kaleden aşağıya eski limana doğru iniyoruz. Karşımıza Rimondi Çeşmesi çıkıyor. Çeşmeden su akıyor, ama kaynak suyu değil, şehir suyudur herhalde. “Çeşme Venedikliler döneminde 1626 da yapılmış. Osmanlı döneminde üstü kapalıymış. 30 sene evvel duvar yıkıldı. Yumuşak taştan yapıldı o nedenle aşınmalar oldu.” Diyor Spandakos.

Eski limandayız. Sarı bir bina gösteriyor Spandakos ve anlatıyor: “Sarı bina eskiden Osmanlı kışlasıymış. Arkasında talimler yapılıyormuş. O zaman bu yolların çoğu yoktu. Çevresi Kastelliydi, kalenin etrafında yaşayanların çoğu balıkçıydı, üçte ikisi Müslüman diğerleri Hıristiyan. Otuz sene öncesine kadar limanın suyu çok temizdi. Türkler bu limandan gitti mübadelede, küçük kayıklara bindiler. 1922’den önce haftada bir gemi Iraklion’dan İzmir?e gidiyordu. Bir kişi o dönemde hastalanmış, onu gemiye bindirip tedavi için İzmir’e göndermişler. Hanya ve Handaka ya gitmek için de deniz yolu kullanılıyordu. Gemiler çok küçüktü. Fakat o zaman için çok iyi durumda sayılırlar.” Diyor.

Resmo Küçük Asyalılar Derneği Başkanı Paraskeva da bize eşlik ediyor. Mübadele ile gelenler ve gidenler konusunda rakamlar veriyor. “Dün konuşmalarda 1300 kişinin Küçük Asya’dan geldiği söylendi, araştırmalar 2800 kişi geldiğini yazıyor, son araştırmalara göre ise Resmo’ya 4000 civarında Küçük Asyalı geldi. Çoğu yeni Foça”dan (1500 kişi), Ayvalık, Urla, İzmir ve diğer bölgelerden gelenlerin toplamı 4000 kişi. Gidenler ise mübadelede 3000 öncesinde ise 10.000. Resmodan giden Müslümanların sayısının 13.000 olduğu söyleniyor. Mübadelede ise ada toplamından gidenlerin sayısı: 35.000 Türkiye’den Girit Adasına gelenlerin toplamı ise 45.000 bin civarı. Sadece Iraklion’a yerleştirilenlerin sayısı 30.000 diğerleri Resmo, Hanya ve Yera Petra gibi şehirlere yerleştirilmişler.”

Sabah saat 10.00 da başlayan ve yaya olarak 4 saate yakın süren Resmo şehir turumuz eski limanda son buldu.

PANELLER

Öğleden sonraki programda iki oturum var. İlki;

KAPPADOKYA/SİNASOS’TA – RUMLARDAN KALAN KÜLTÜREL MİRAS

Saat 17.00 de başalayan bu oturumda:

Stelios Roidis : (İTÜ mezunu, Mühendis-Mimar,Yazar, Araştırmacı. Sinasos kökenli, 1964’te İstanbul’u terk etmişler.): Sinasos’un Rum Cemaati, Evler ve İnsanlar,

Prof. Christos Hadjiiosif: (Sinasos kökenli): Girit’ten Sinasos ve Kültürel Mirasını Araştırmak, Bulgular ve Sorular,

Mustafa Özer: (Mustafapaşa Belediye Başkanı): Mustafapaşa (Sinasos)’nın Koruma ve Gelişme Planı,

Spyros Isopoulos (Atina’daki Sinasoslular Derneği Başkanı) :Sinasos Rumları ve Eski Memleketleri ile Çağdaş İlişkileri,

Doç. Dr. Sacit Pekak (abisinin hastalığı nedeniyle katılamadığı için bildirisini

Buket Coşkuner sundu): Türkiye’de Koruma Çalışmalarına Bir Örnek: Andaval Konstantin ve Helena Kilisesi başlıklı bildirileri sundular.

GİRİT’İN OSMANLI DÖNEMİNDEN KALAN KÜLTÜREL MİRASI

başlıklı ikinci oturum saat 19.30’da başladı. Bu oturumda;

Aris Chatzidakis: Girit’te Osmanlı Binalarının Restorasyonunda Yöntem Sorunları,

Dr. Nimet Özgünül: Osmanlı Binalarının Çağdaş Kullanımı,

Stathis Kelekis: Şehir Merkezinde Narece Camiinden İlkokula Kadar Olan Bölgenin Durumu ve Korunması,

Prof. Nikos Moutsopoulos: Resmo’nun Mimari Mirasının Yönetimi Konusunda Deneyimler başlıklı bildirilerini sundular.

Aris Chatzidakis, Hanya’daki Hünkar Camisinin minaresini restore etmiş. Kendisine restorasyon ile ilgili başta ICOMOS Türkiye Genel Sekreteri Can Binan olmak üzere Türkiye takımından sorular yöneltildi, konuşmasına katkılarda bulunuldu. Dr. Nimet Hanım’ın konuşmasında Camilerin korunmadığını belirtmesi ise bazı dinleyiciler tarafından alınganlıkla karşılandı. Bütün bu konuşmaları ve tartışmaları da Ocak ayında yayımlanacak olan Sonuç Kitabından takip edebileceğiz.

Bu yoğun günün sonunda akşam yemeğinde Resmo Belediye Başkanının konuğu olduk.

Sefer Güvenç

 

RESMO –II-
24 Ekim 2004

Dün tarihi Resmo kentini gezmiştik. Bu gün sabahtan akşama kadar konferans salonunda olacağız. Öğleden önce iki öğleden bir olmak üzere üç oturum gerçekleştirilecek.

Etkinliğin 4. günün ilk oturumunun başlığı;

KÜLTÜRLER ARASI TARİH VE BELLEK.

Bu oturumda;

Doç. Dr. Nükhet Adıyeke (Mersin Üniversitesi): 19 ve 20 Yüzyılda Girit’te Müslümanlar,

Hasan Bülent Türközen (Ayvalık Belediye Başkanı): Çağdaş Ayvalıkta Girit Anıları,

Elias Kolovos (Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü, Araştırmacı): Osmanlı dönemi Girit’ine ait Database Çalışması,

Antonis Anastasopoulos (Resmo Üniversitesi Tarih ve Arkeoloji Bölümü, Türk Araştırmaları Bölümü Öğretim Üyesi): Resmo’nun İslam Mezartaşları başlıklı oldukça ilgi çekici bildirilerini sundular. Nükhet Hanım 19 ve 20 yüzyıllarda Girit Müslümanlarının sosyal konumları, sayıları, ihtida hareketleri konusunda ilginç bilgiler verdi. Ayvalık Belediye Başkanı; Çunda (Moshonisi)’ya yerleştirilen Resmoluların Girit anılarından söz etti, Elias ve Antonis ise Avrupa Komisyonu tarafından da desteklenen database projesi hakkında ilginç bilgiler sundular. 2006 yılında sonuçlanması hedeflenen bu proje sonucunda Osmanlı dönemine ilişkin her türlü bilgi ve belge dijital ortama yüklenmiş olacak.

Etkinliğin 4. günün ikinci oturumun başlığı;

ŞİİR VE MÜZİKTE ETKİLEŞİMLER.

Bu oturumda;

Panagiotis Kounadis ( Yunan müziği araştırmacısı): Girit ve Küçük Asya Arasında Müzik Etkileşimi,

Nikos Dionisopoulos (Etno Müzikolog): Türkler ve Yunanlılar Arasında Müzik Etkileşimleri: Midilli ve Girit Örneği,

Nikiforos Metaxas ( Müzisyen-Heybeliada’da yaşıyor): Alevi Müziği ve Danslarında Minos Öncesi Kökler.

Thodoris Riginiotis (Folklor araştırmacısı): Hıristiyanlar ve Türkler: Müzik dili ve Günlük Yaşam başlıklı bildirilerini sundular. Örnek müzik parçalarının da dinletildiği bu oturum oldukça keyif vericiydi.

Öğleden sonra günün 3. oturumu gerçekleştirildi. Oturum başlığı;

ORTAK MİMARİ VE KÜLTÜREL MİRAS.

Bu oturumda;

Dimitros Psarros (Mimar, ICOMOS Yunanistan Halkla İlişkiler Sekreteri): Balkanlarda ve Küçük Asya’da Konut Mimarisi,

Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu (Sanat ve Mimarlık Tarihçisi, Başkent Üniversitesi, Projenin Bilimsel Koordinatörü): Ortak Kültürel Miras ve Bölgesel Farklılıklar,

Prof. Dr. Hc. Haluk Sezgin (Maltepe ve Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi): Türk-Yunan Ortak Kültürü Avrupa Kimliğinin Bir Parçası mı? Başlıklı bildirilerini sundular. Saat:19.30’da sona eren bu oturumdan sonra Panorma’da onurumuza düzenlenen konsere gitmek üzere yola çıktık.

PANORMA KÜLTÜR DERNEĞİ”EPİMENİDİS” VE KORİNNA MİLİARAKİ

Önce, Korinna Miliaraki’yi kısaca tanıtayım. Korinna Miliaraki ile dört yıllık bir dostluğumuz var. Mübadelenin 77. yılı nedeniyle İstanbul, The Marmara Hotel’de düzenlediğimiz toplantıya müzisyen Ross Dally, söz yazarı Manolis Rozis, Müzisyen Stelios Petrakis ve Muammer Ketencoğlu ile birlikte konuk olmuşlardı. Bu toplantı LMV’nin ilk kuruluş toplantısı sayılır. Medya’nın büyük ilgi gösterdiği o toplantıdan sonra Türkiye’de mübadillerin örgütlü olarak bir araya geldikleri duyurulmuş oldu. Korinna’nın ailesi 1922 yılında Bursa Gölyazı’dan (Apolyont) Girit’e göç etmiş. Türkiye’de şarap üretimi yapıyorlarmış, Girit’te de mesleklerini ve geleneklerini sürdüyorlar. Korinna’nın öncülüğünde küçük bir turistik yerleşim yeri olan Panorma’da; “EPİMENİDİS” PANORMA KÜLTÜR DERNEĞİ adında bir dernek kurulmuş. Bu dernek, Ortak Kültürel Miras Projesi’nde de yerel Yardımcı Ortağımız. Epimenidis’in onurumuza düzenlemiş olduğu “Geleneksel Girit Müziği Konseri”ne gitmek saat 19.30’da otobüsümüze bindik. Panorma, Resmo’ya 20 dakikalık mesafede. Konserin başlama saati 21.30. Konserden önce topluca bir akşam yemeği yedik ve tam saatinde konser salonunda yerimizi aldık. Eski bir zeytin yağı fabrikası binası Avrupa Konseyinden sağlanan fon desteği ile konser salonu olarak restore edilmiş. Oldukça büyük bir mekan. Konsere yerel halkın katılımı ve ilgisi de yüksekti. Müzisyenler Stelios Petrakis, Vassilis Stavrakakis, Spyridoula Toutoudaki ve Michalis Stavrakakis’ten oluşan ekip bizlere enfes bir müzik ziyafeti çektiler. Konserin sonuna doğru yerlisi, yabancısı herkes pistte omuz omuza halay çekiyordu. Bu gece Resmo’da son gecemiz. Yarın Hanya..

HANYA (CHANİA)

25 Ekim 2004

Resmo’dan sabah saat 09.00’da Hanya’ya doğru yola çıktık. Hanya, Resmo’ya bir saatlik mesafede. Saat 10.00’da Hanya’daydık. Hanya, Resmo’ya göre daha düzenli bir kent. Hem turizm, hem ticaret hem de kültür açısından Girit’in en önemli kentlerinden biri. Otobüsümüz bizi Venedik döneminden kalma tersanelerin yanında indirdi. Bir restorasyon örneği olarak bir Venedik tersanesi hakkında gurubumuza bilgi sunacak olan Mimarlık Fakültesinden Prof. Mavrakakis ve Andrianakis ile buluştuk. Sözü onlara bırakalım. “Venedikliler denizci olduklarından gemilerini tamir için bu tersaneleri kurmuşlar. Toplam 17 tersane vardı. En büyükleri buydu. Bu tersane 17. si ve en son yapılan bina, 1601 yılında tamamlandı. Osmanlı yönetimi döneminde bu tersaneler önemini kaybetti. Osmanlıların Venedikliler kadar denizle bağlantıları yoktu. O dönemde bu binalar bazı düzenlemelerle başka amaçlarla kullanıldı. Tersaneler yüksek tavanlı ve tek katlıydı. Girit Yunanistan’a bağlanınca bu bina iki katlı olarak düzenlendi ve bir süre okul olarak kullanıldı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar şehri bombaladılar ve şehir harabeye döndü. Bu bina da dört duvar olarak kaldı. Binanın içinden gökyüzü seyredilebiliyordu. Bu bina harabe olmasına rağmen halk tarafından “Sevgili Harabe” olarak adlandırılıyordu. 1997-2000 yılları arasında restore edildi. Restorasyonda binanın geçirdiği bütün dönemlerin görülmesini öngördük. Venedik, Osmanlı, Yunan. Binanın içine girince bütün devirleri görmüş oluyoruz.”

Restorasyon konusunda ahkam kesecek durumda değilim; ama ilginç bir restorasyon örneği.

Çatı portatif, iç mekanlar ve katlarda ahşap malzeme kullanılmış. “Bu çalışmayı yaparken, bizden sonra birileri çıkar ve yapılan bu restorasyonu beğenmezlerse binayı eski durumundan ele alıp yeniden restore edebilirler diye düşündük” diyor Mavrakakis.

Mavrakakis ve Andrianakis’i yaptıkları çalışma için kutluyor, verdikleri bilgiler için teşekkür edip ayrılıyoruz ve eski limana doğru ilerliyoruz.

ESKİ LİMAN VE YALI CAMİİ (Yeniçeri Camii)

Hanya’daki incelemelerimizde de rehberliğimizi Kandiye’de olduğu gibi Yannis Pertselakis yapıyor. Eski limandaki fener, eski bir Venedik feneri üzerine 840 yılında Araplar tarafından inşa edilmiş. Fenerin üst kısmı minaremsi bir şekilde. Limandan görülen kale Venedikliler tarafından yapılmış, Osmanlılar döneminde hem kale hem de hapishane olarak kullanılmış. Osmanlı dönemindeki adı FIRKA. Halk hala fırka diyormuş. 1960 yılına kadar kaledeki hapishaneler kullanılmış.

Osmanlıların Girit’i fethettikten sonra yaptıkları ilk cami:YALI CAMİSİ. Limanda Hanya’nın simgesi gibi. Dört köşe bir yapı. Bir süre arkeoloji müzesi ve turizm bürosu olarak kullanılmış, şimdi sergi salonu olarak kullanılıyor. Kapalı olduğu için içini gezmek mümkün olmadı.

SİNAGOG

Camiden sonra limana yakın bir sokağın içindeki Sinagoga gidiyoruz. Kapıda bizleri genç bir bayan karşılıyor. Giritli olmadığı ilk bakışta belli oluyor, uzun boylu, sarışın, mavi gözlü bir kuzeyli. Hollandalı. Sinagogda gönüllü olarak çalışıyor. Sinagog hakkında bizlere şu bilgileri verdi. “Burası daha önce bir Ortodoks kilisesiymiş. Osmanlı döneminde Yahudilere Sinagog olarak kullanmak üzere verilmiş. 1944 yılında II. Dünya Savaşı sırasında tahrip olmuş. Seferad veya Eskinazilere değil, Romanyot yahudilerine ait. Yahudi nüfus Adaya Milattan önce 400 yılında gelmiş. Çok eski bir topluluk. 1944 yılında Girit’teki bütün Yahudileri topladılar ve Iraklion’dan bir gemiye bindirdiler. Gemi bir İngiliz torpidosu tarafından batırıldı. Gemideki bütün cemaat öldü. Cemaatten sadece burayı savaştan önce Ortodoks sevgilisi ile terk bir kadın ile bir de Stavrilakis’in ailesi gibi savaştan önce 1933 de terk etmiş olan aileler de sağ kalabilmiş. Stavrilakis 6 yıl önce tekrar buraya döndü ve burayı tekrar aktif hale getirdi. Girit’te bütün dini bayramların ve yortuların hayata geçirildiği tek Sinagog burası. Buradaki cemaat hem yahudileri hem de yahudi olmayanları kapsıyor. Herkesin düşünceleri ve görüşleri aynı. Bu görüşlerden en önemlisi bu Sinagogun açık tutulmasını sağlamak, sağlayamazsak Nazilerin galip geldiği ve amaçlarına ulaştığı anlamına gelir bu. Sık ziyaret edilen bir yer. İsrail’den, Amerika’dan ziyaret ediyor. Düğünler ve ayinler yapılıyor. Yahudi cemaatinin sayısı tüm Girit’te 14 kişi. Bir sinagog da Atina’da var ama kullanılmıyor. Bağışlarla ayakta duruyoruz.”

HÜNKAR CAMİİ

Sinagogdan sonra Venedik surları boyunca ilerliyoruz. Bu kez Hünkar Camiini ziyaret edeceğiz. Yol boyunca solumuzda surlar, sağımızda bıçakçı dükkanları. Girit’in bıçakları meşhur. Gurubumuza Çeşme’den katılan Kandiye kökenli Mustafa Çiçek “Girit’in bileği taşı çok meşhur, dostlarıma götüreceğim en kıymetli hediye bu” diyerek dalıyor dükkanlardan birinden içeri. Tercümana da ihtiyacı yok. Kendisi bir KİRTİKOS, ana dili “GİRİTÇE”.

Kısa bir yürüyüşten sonra şimdi kilise olan Hünkar Camiinin önüne vardık. Eski cami önü şu anda küçük bir park olarak düzenlenmiş. Bir çınar ağacının yanında asılı bir tabela dikkatimizi çekiyor. Tabelada 1821 yılındaki Mora İsyanı sırasında bir metropolitin Osmanlılar tarafından burada asıldığı yazıyormuş. Hünkar camii bu gün kilise olarak kullanılıyor. İlginç olan; kilisenin sol yanında çan kulesi, sağ yanında minare yükseliyor. Hünkar camii 1320’de kilise olarak inşa edilmiş. Bunu Katolikler inşa etmiş, bunlar Kandiye’den gelen Dominik rahiplermiş, burası bir manastırmış. Osmanlılar camiye çevirmiş. Hanya’ya ilk giren dervişin kılıcı da bu kilisede bir sandık içinde muhafaza ediliyor. Bir önceki ziyaretimizde görevli papaza kılıç’ı sorduğumuzda hayretle “Siz nereden biliyorsunuz?” diye sorduktan sonra sandığı açıp kılıcı göstermişti. Bu gerçek mi rivayet mi orasını bilmiyorum. Caminin minaresi 1645 yılında inşa edilmiş. Restorasyonu ise Aris Hacıdakis tarafından yapılmış. Resmo’daki oturumların birinde Hacıdakis bu konuda bir tebliğ sundu.

MEVLEVİ HANE

Girit’teki tek Mevlevihane Hanya’da bulunuyor. Mevlevilik Girit’e geç girmiş. Girit’teki tek Mevlevihane de Hanya’da. Nükhet Adıyeke Mevlevihane hakkında kısa bir açıklama yaptı.

Mevlevihane’yi 1872 yılında Mevlana Mehmet Şemsi Dede kuruyor. Bahçesinde bir türbesi de var. Herhalde Mehmet Şemsi Dede’ye ait. 1880 yılında o ölünce onun yerine oğlu geçiyor. İzmir’de fotoğrafçı Balımlar o aileden geliyor. Mevlevihane şu anda yetimler yurdu ve okulu olarak kullanılıyor.

Hanya’da gezilecek ve görülecek daha çok yer ama vaktimiz sınırlı. Öğle yemeğinden sonra Hanya Teknik Odası’nda basına açık bir değerlendirme toplantısı var. Sonuç Bildirgesinin tartışılıp karara bağlanması gerekiyor.

HANYA TEKNİK ODASI

Yunanistan’da bizdeki T.M.M.O.B benzeri bir kuruluş Yunanistan Teknik Odası. ICOMOS yöneticilerinin ve üyelerinin büyük çoğunluğu da bu kuruluşun üyesi. Teknik Odasının her kentte şubeleri veya temsilcilikleri var. Projeye en aktif desteği bu kuruluş verdi. Hanya’da da güzel bir müstakil binaları var. Yüz kişi kapasiteli güzel bir toplantı salonları var. Toplantı’ya yerel katılım fazla yoktu. Birkaç gazete ve TV muhabiri vardı. Basına gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra sonuç bildirgesi üzerinde görüşme yapıldı. Mustafapaşa’da olduğu gibi ayrı bir Resmo Bildirgesi hazırlanmadı. Bütün etkinlikleri kapsayan ortak bir metin kabul edildi. Şu anda metnin üç dilde tercümesi yapılıyor, tercümeler konusunda mutabakat sağlandıktan sonra SONUÇ BİLDİRGESİ kamuoyuna, ilgili kurum ve kuruluşlara ulaştırılacak.

Kapanış konuşmalarında her iki taraf bu işbirliğinin somut projeler çerçevesinde devamını arzuladıklarını dile getirdiler. Girit etkinliği ile ilgili izlenimlerim kısaca bunlar. Konuşmalar ve tartışmalarla ilgili kısa notları ise Mustafapaşa etkinliğinde olduğu gibi Ege Yıldırım arkadaşımızdan bekliyoruz. Gerek Mustafapaşa (Sinasos), gerekse Resmo (Rethymno) etkinlikleri önümüzdeki aylardı kapsamlı olarak bir kitapta toplanacak.

Hanya Teknik Odasındaki toplantıdan sonra otobüsümüz bizi eski limana yakın bir yere bıraktı. Guruba iki saat serbest zaman tanındı. Kimi alış veriş yaptı, kimi limandaki kafelerde oturup Hanya’nın sessizliğini dinledi, güzelliklerini seyretti. Akşam üstü güneşi batışını Hanya’da seyrettikten sonra “bir daha ki sefere…” diyerek bu güzel kente veda ettik. Dönüş için tekrar gemi ile Pire’ye, oradan havaalanına ve THY ile Türkiye’ye..

15.Kasım.2004

Sefer Güvenç