Zafer Titiz Gezi İzlenimleri (18-22 Ekim 2018) -2

HANYA’YI DA GÖRDÜK.

Akşam Pire Limanından Feribotumuza bindik. Pire zaten Atina’nın uzantısı ve birkaç kez yazları buradan Sakız adasına gittim. Şimdi de yine çok hareketli bir liman. Tüm Yunan Adalarına ve Akdeniz’deki diğer şehirlere buradan sürekli seferler var.

 

Mübadeleden sonra buraya da gelen Anadolulu Rumlarının bir kısmı buraya yerleştiriliyor. Yeni Harpten çıkmış, Yunanistan’da iş yok, para yok. Bir süre sonra sefalet başlıyor. Pire’deki meyhanelerin bir kısmı esrar yuvası.

Bu sefalet ortamında çektikleri garibanlıkları ve hasreti anlatan, içinde Anadolu esintileri ve Türkçe kelimeler de bulunan bir müzik türü doğuyor, Rempetiko! Birçoğu doğaçlama bestelenip çalınıyor. Hala Pire’de bazı Rempetiko tavernalarının olduğunu yazıyor kitaplar ama o eski hava acaba kalmış mıdır?

 

Sakin bir yolculuktan sonra sabahın köründe (Saat 6.00 da) Hanya’nın Suda Limanı’na vardık.

Şehre gelmeden önce küçük bir Kadınlar Manastırını ve kilisesini ziyaret ettik. Burası Gonya (Gönye). ‘Hanya’yı Konya’yı görmek’ sözü buradan çıkma. Fakat zamanla Gonya, Konya olmuş. Herhalde Girit isyanları sırasında buralarda çok adam boğazlandığı için bu tekerleme çıkmış olsa gerek.

 

Başrahibe burayla ilgili bilgiler verdi, ama poz vermedi.!! Burası İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesiyle de ortak çalışıyormuş. Buradan rahibeler oraya gidip, hizmet veriyorlarmış, Avrupa’daki Manastırların son yıllarda üye kaydında güçlük çektiklerini biliyorum. Baş Rahibeye burada yeni kayıt durumlarını sordum. Son zamanlarda burada artış olduğunu söyledi.

 

Şehre otobüsle gelmeden önceki ikinci durağımız Venizelos’un mezarı. Safkan Giritli bir politikacı! Atina’da hukuk okuduktan sonra bir süre başbakanlıkta yapıyor. Lozan konferansına Yunanistan’ı temsil etmesi için çağrılıyor. Hareketli bir siyasal hayatı var, özel hayatı da sakin değil. Bir önceki Hanya’ya gelişimde, arkadaşımız evini de gösterdi, hemen karşısında da metresinin oturduğunu söylemişti. Batsın bu dedikodu.!!!

 

Atatürk ile birlikte yaptıkları iki ülke arasındaki anlaşma, o kadar muhteşem ki, ancak İngiltere’nin ve MİT’in kışkırtmasıyla, Kıbrıs ve 6-7 Eylül olayları sonucunda tek taraflı olarak (Türkiye tarafından!) feshediliyor. Venizelos’un Türkiye’yi ziyaretinde, gazeteler “İki Millet, Bir Devlet” başlıkları bile atıyorlar.

 

Hanya, Girit’in en güzel şehri olarak biliniyor. Yalan da değil. Şimdi artık, büyük gemilerin giremediği güzel bir liman, etrafı Venedik, Osmanlı yapılarıyla dolu. Sokaklarında rengarenk dükkanlar, arada bir küçük bir cami, hamam kalıntısı. Sahil kısmı tavernalara, pastanelere bırakılmış. Burası 1971 senesine kadar Girit’in de başkentiymiş.

Şirin sokaklarını yayan dolaştık, satıcılar dükkanlardaki ürünlerini ısrarcı olmadan satmaya çalışıyorlar.

3 yıl önce de gölgesinde iki kahvenin olduğu bir çınar ağacının altındaki meydana geldik. Osmanlı burada 1821 yılında bir Piskoposu asmış. Onun anısına buraya bir tabela koymuşlar. Meydanın hemen yanı başında Venedikliler zamanında bir katolik kilisesi olan sonradan camiye, şimdi de Ortodoks kilisesine çevrilen, iki şerefeli bir minaresi ve çan kulesi de olan bir ibadethane var Agios Nikolaos kilisesi eski ismi Hünkâr Camisiymiş.

Cami girişinde papaz efendi balık paketliyordu, garibanlara dağıtacak herhalde. Bir Kedicik de arada bir Papazdan hissesine düşeni otlanıyordu. Akşam Hanya Şehir Kitaplığında Lozan Mübadilleri Vakfı’nın yeni çıkardığı “Giritli Türkler” Kitabının tanıtımı var. Yazarı Hanyalı bir eski noter, kitabı keşfeden ve çeviren, bu gezide bize rehberlik ve çevirmenlik eden arkadaşımız Tanaş. Kitaplığın salonu tıklım, tıklım dolu, ek sandalyeler geliyor. Hem kitap hem de Lozan Muadilleri Vakfı tanıtılıyor. Katılımın bu kadar yoğun olması çok olumlu.

Akşam yemeğimizi bol deniz ürünleri yanında barbiyani ve sonunda bolca tsikoudia, (çikiduya diye telaffuz ettikleri, Girit rakısı) ile tamamladık.

Üzüm çuprasından, (Üzümü sıktıktan sonra kalan posa) elde ediliyor. Yani, Grappa gibi. Finali, o tavernada müzik yapan topluluktan solist bayan ve gitarist masamıza gelerek, ‘Üsküdar’a Gider İken’ şarkısını, hep birlikte söyleyerek yapıyorlar.

Sabahleyin Retimno’ya yola çıktık, Osmanlı’daki adı Resmo. Ele avuca sığan eski yapısı çok iyi korunmuş güzel bir şehir. Burada Türkoloji okumak mümkün. Ayrıca hem burada hem de Kandiye’de oldukça büyük Osmanlı Kitaplıkları varmış. Buradakinde Macar Türkologlar çalışmaktaymış. Aklıma geldi hemen, Türkiye’de geçenlerde Arşivlerde çalışan, Osmanlıca bilen 200 uzmanı SSK ye göndermişlerdi. Bu yaratıklar geçmişleriyle de barışık değiller zaten.!!!

Burada Resmo’da bir de Mübadiller anıtı var, Anadolu ve Balkanlar’dan buraya gelenlerin şehirlerini yazmışlar.

Şehri dolaşırken ataları Anadolu’dan gelen bir börekçi dükkanında börek yufkası nasıl açılırmış, gördük. Bir yufkanın büyüklüğü yaklaşık 7, belki de 8 Metrekareyi buldu.

Girit’in bütün büyük şehirlerinde, Venedik, Osmanlı ve ardından Yunan izleri birbirini takiben sürülüyor. Resmo içlerinde belki de en şirini. Küçük dükkanların vitrinleri bile zevkle süslenmiş az kişi var.

Resimler Hanya ve Resmo’dan. Yarın sonu Kandiye geliyor, az daha sabır!

HERAKLION / KANDİYE

Heraklion, Türkçesi Kandiye, buranın yani Girit’in başşehri. Eski Yunan, Roma, Bizans (Doğu Roma) derken 9. YY. da Arap istilasına uğruyor ve böylece bu çok kocalı Girit, bir yeni maşuka daha buluyor. Arapların kazdıkları hendeklerden (Handak) bu şehrin Arapça sonra da Osmanlıca ismi türüyor. Sonra, yeni Bizans İmparatoru Nikeforos adaya hâkim olunca, yakınlardaki Herakles Kült Merkezinden (tapınağından) dolayı, şehrin adı Herakleia oluyor, ama kısa bir süre yani, İstanbul’un Latinler, Venedikliler tarafından 13.YY başında zaptından sonra yine Kandiye olarak adlandırılıyor.

Venedikliler, bütün heybetiyle bugün bile ayakta olan muhteşem bir savunma hattı, şehir surları inşa ediyorlar. Osmanlı Hanya’yı aldıktan sonra burayı zapt etmek için 20 yıl daha uğraşıyor ve 100.000 asker burada heder oluyor. Ancak 1669 yılında Kandiye Osmanlı oluyor. Bu sırada Venedik eziyetinden kurtulmak isteyen birçok adalı Osmanlı’ya yardım ediyor, koltuk çıkıyor.

Zaten köle gibi çalıştırılan bu garibanlar, kısmen tekrar eski Ortodoks Hristiyan dinlerine de dönüyorlar, bir kısmında hemen, vergi muafiyetinden faydalanmak için, hemen, Müslüman oluyorlar, din ve ticaret her zaman el ele.!! Fakat din değiştirmek de o kadar zor bir olay değil, eskiden.!

Ada’da diğer adalarda ve fethedilen yeni Osmanlı bölgelerinde uygulanan “Şenlendirme” burada uygulanmıyor. Şenlendirme, yeni fethedilen yerlere, Anadolu halkının yerleştirilmesi demek oluyor.

Çok önceleri, 1770 de Mora Yarımadasında, Rus, Kont Orlov’un kışkırtmasıyla Osmanlı’ya karşı bir ayaklanma başlıyor ama bu kısa sürede bastırılıyor.

Osmanlı bunun üzerine bir misilleme ile katliama girişiyor. Cezayirli Gazi Hasan Paşa, ‘Yunanlıları yok edersek haracı kim verecek’ diyerek biraz olsun engelliyor.

Bundan sonra asıl Mora ayaklanması 1821 de başlıyor bu hareketlenme kısa sürede Girit’e ve diğer adalara da sıçrıyor. Hatta Sakız’da isyancılar limandaki Osmanlı Donanmasını yakıyorlar. Bunun üzerine, sakız (Mastika) üretiminden ötürü, diğer adalara kıyasla, değişik bir statüsü olmasına rağmen, Osmanlı burada bazı köyleri yerle bir ediyor. Bazı köylerdeki insanlar intihar ediyor, bazıları da Anadolu’ya kaçmayı başarıyor. Acaba büyük dedemiz, buradan kaçanlardan mı?

Girit’teki isyanlar 1895-1898 arasında artıyor ve bu sırada Ada’dan ilk göçler başlıyor. Göçler Lozan Anlaşması’yla 1923 de tamamlanıyor. Göç edenler, etmek zorunda olanlar, orada artık Türk olarak nitelenen Müslümanlardır. Çoğunluğunun dili Yunanca.!! (Antalya’da bir Giritli komşumuz vardı, Kıbrıslı geliniyle takıştığı zaman hep yunanca kavga ederdi.) Birçok ailenin bir kısmı Hristiyan Ortodox, bir kısmı da Müslüman. Bunun kesin kanıtlarını da bir köyde belgelerle gördük.

Kandiye’de bazı Osmanlı yapıları eski kimliğini yitirmiş bir şekilde de olsa hala duruyor. Önce bir katolik kilisesi, sonra cami, şimdi de Ortodoks kilisesi olan Titus Bazilikası şehrin en büyük kilisesi. Kilise bu ismi, Hristiyanlığı yaymak için buraya, Havari St. Paul ile birlikte gelen öğrencisi Titus’ tan alıyor. St. Paul onu burada, Hristiyanlığı yayması için bırakıp yoluna devam ediyor. Titus Girit’in ilk Piskoposu oluyor.

Ama bence şehrin en önemli yeri, ünlü yazar, şair Kazancakis’in şehre tepeden bakan mezarı. Dine değil ama onun uygulayıcıları ve işbirlikçileri, papazlara ve Ortodoks kilisesine karşı savaşmış bir kişi olarak, cenazesini ancak bir askeri papaz kaldırabilmiş, Onu da sonradan kilise cezalandırmış.

İlk romanı Zorbas. Antony Quinn’in başrolüyle çevrilen film ile daha da ünlenmiş. Mezar taşında şu sözleri yer alıyor. “Hiçbir şey ummuyorum. Hiçbir şeyden korkmuyorum Hürüm”

Kandiye’nin biraz dışında, yine işlevini yitirmiş bir Osmanlı kalıntısını görmeye gittik. Burası eskiden bir Bektaşi Tekkesiymiş. Üçler Tekkesi, Horasani Baba Tekkesi, (Tekke, Dergâh Bektaşiliğinin ibadethanesine verilen isim) Bektaşilik, Balkanlar’da olduğu gibi Girit’te de Müslümanlar arasında yaygınmış. Herhalde Yeniçerilerden kaynaklanıyor.

Girit’in ilk sakinlerinin Güneybatı Anadolu’dan geldikleri sanılıyor. Adanın asıl uygarlığı eski Yunan’dan en az bin yıl önce burada yerleşen Minoan Uygarlığı. Klasik dönem Helen Estetiğinin (MÖ 4.YY) üstünlüğü tartışma götürmez ama Heraklion (Kandiye) Müzesi’nde gördüğümüz Minoan freskleri, heykelcikleri, seramikleri ve takıları bambaşka bir güzellikte. Kısmen Eski Mısır sanatını anımsatan benzerliklerle birlikte, kendi başına bir uygarlık olduğu kesin.

Büyük depremlerde zarar görüp tekrar inşa edilen yakındaki Knossos Sarayı’ndaki birçok obje buraya getirilip korunmaya alınmış. Ardından gezdiğimiz Knossos Sarayına yazın gelmediğimize bin şükür eyledik.

Kandiye’ye gelen gemilerin turistleri, buraya gelenlerin çoğunluğunu oluşturuyor. Her gemi onlarca otobüs turisti kapıda boşaltınca, gerisini siz düşünün!

Heraklion Agios Nikolaos arası 70 Km. Kadar. Yolumuz üzerinde, Arhanes Köyü’nde, parçalanmış bir ailenin işlettiği, Maria ve oğlu Mina’nın Tavernasında, tüm yolculuğumuzun en güzel yemeğini yedik. Yemekten sonra yine enfes Girit rakısı choukidia, sonra değişik tatlılarım arasında bir de turunç reçeli! Böylesini hiçbir yerde yapamadım ve yemedim. Aşçı Maria teyzemizi çevirmenimiz Tanaş aracılığıyla hemen sorguya çektim. Burada paylaşamayacağım bazı püf noktaları öğrendim.!!! Şarap ve rakılarını da kendileri yapıyorlarmış.

Ailenin 2,5-3 metrelik şeceresini gösterdi Maria Türkiye’ye giden kısmı Müslüman, burada yani Girit’te kalanlar Ortodoks. Tanaş bazı kopuk aileleri araştırıp soruşturup, bir araya getirmiş. Aslında Agios’ a, Aziz Tanaş demek gerek! İlk buluşmalarında akan gözyaşlarını siz düşünün gari.!!

Mübadele yakın sayılacak tarihimizde o zamanki şartlarda uzun müzakereler sonucu enine boyuna düşünülüp her iki tarafın ve güya arabulucuların da onayıyla yapılmış bir anlaşma. Fakat getirdiği acılar hala hissediliyor. Bu konuda değerli kitaplar yayınlayan Lozan Muadilleri Vakfını kutlamak gerekiyor.

Yolculuğumuzun son hedefi Agios Nikolaos artık uzak değil. Burası da Girit’in en doğusundaki küçük bir şehri. Sanki bütün şehir deniz kıyısında. İsim konusunda da hemşerimiz sayılır.! Bizim Pataralı orada doğmuş ama Demre’de yaşamış. Noel Babamızın isim babalığı yaptığı şehir. Noel Babamız, 324 yılında İznik’te yapılan Hristiyanlık tarihinin önemli konsilinde, İskenderiyeli Arius’la, “Teslis, Üçleme” üzerinde tartışırken, (İsa’nın üç kişiliği, Tanrı, Tanrı’nın oğlu, Kutsal Ruh’) hızını alamamış ona okkalı bir tokat patlatmıştır hemşerimiz. Örnek olarak da tuğlayı gösterip, bir tuğla toprak, ateş ve sudan oluştuğuna göre neden İsa’da bu üç kişilik bulunmasın demiştir. Şamarı attıktan sonra, Konsil boyunca hapsedilir, sonra serbest bırakılır.  Dedikodu dünyası peşimizi bırakmıyor işte, bin sekiz yüz sene önceden bugüne gelebiliyor.!

O akşam Agios Nikolaos’ da sağ olsunlar, sevgili dostlarla güzel bir akşam yemeği yedik. Sabahleyin Elounda’ya giderek oradan Spinalonga’ ya denizden bir motor gezintisi yaptık. Ada Osmanlı’dan önce oradaki boğazı kollayan önemli bir Venedik müstahkem kalesiymiş. Pasarofça anlaşmasından sonra Osmanlı’nın idaresine geçiyor. 1718’den itibaren Osmanlı denizcilerinin ve ailelerinin mekânı oluyor. 1903’de Türkler Girit’i terk etmeye başladıktan sonra burası cüzzamlıların adası haline getiriliyor.1957’ye kadar, Avrupa’nın en son cüzzamlı kapalı bölgelerinden birisi olarak kalıyor.

İstanbul’dan gelen, en önde Sefer Bey gibi nezih insanların olduğu grubumuzdan, o gün ayrıldıktan sonra, üç gün daha Agios Nikolaos’ da kalıp, küçük bir araba kiralayarak, Adanın doğusunu dolaştık. Araba kiralayarak adayı dolaşan turist sayısını, gezimizin sonunda arabamızı Heraklion Havaalanına bırakırken anladık. Bu kadar fazla araba kiralanan başka bir yer görmedim. İrili ufaklı belki yüzlerce araç kiralama şirketinin park yerleri hemen Havaalanının bitişiğinde, bırakma ve kiralama oldukça kolay. Eşim arabayı açık bırakarak, anahtarı paspasın altına bırakmamızı hala anlamış değil!

Girit’te bir tatil yerinden beklediğiniz her şey var, deniz, güneş, tarih ve en önemlisi düzgün insanlar var en başta Tanaş gibi. Tavernalar yemek içmek bizdekilere çok benziyor. Arada küçük bir fark, burada yani Yunanistan’da dahil Türkiye’deki gibi kazık yemiyorsunuz!

Son sözü Girit’in büyük insanı Kazancakis’ e bırakalım.

Beklentiniz olmasın,

Hiçbir şeyden korkmayın,

Hür olun.

Resimler Heraklion, Müze ve Knossos sarayı Agios Nikolaos ve Spinalonga’ dan.