Rodos Adasi’nda Unutulmayacak Bir Kültür Ve Dostluk Şöleni Yaşandi…Yeşim Padar

Geçtiğimiz hafta önce komşum Oya Hanım’ın Bodrum’daki yazlığına uğradım. Oradan birlikte Marmaris’e gelerek Lozan Mübadilleri Vakfı’nın 16-18 Eylül 2017 tarihleri arasında düzenlediği Rodos gezisine katıldık. Seksenbeş kişiydik. İki otobüse yerleşip, Yunanlı rehberlerimiz eşliğinde iki gün Rodos’u gezdik. Mevsim normallerinin üstünde bir sıcakta Mihalis, Katerina ve arkadaşları özveri ile bizi dolaştırdılar, anlattılar. Rodos’un Eski Şehir’ini , Kalithea ve Lindos’u ziyaret ettik.

Özetin özetini vermek gerekirse daha önce Romalıların, Bizanslıların hakim olduğu Rodos, Kanuni Sultan Süleyman  döneminde Saint John Şövalyelerinden alınarak 1522 yılında Osmanlı egemenliğine girdi.

Ada 1912’de Osmanlı’dan İtalyan egemenliğine geçti.  390 yıl Osmanlı’ların elinde kalan Rodos’a 1896-1897 yıllarındaki Girit İsyanları sırasında ve sonrasında çok sayıda Giritli Müslüman göç etti ve halk arasında Girit Mahallesi  olarak adlandırılan  bir mahalle inşa edildi. Ada, İtalyan egemenliğinde olduğu için  Rodos, 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan nüfus mübadelesi kapsamına alınmadı.

Ada’da  halen 3000 civarında Türk-Müslüman yaşamını sürdürüyor. Rodos,  II.

Dünya Savaşı sonrası İtalya’dan alınarak savaş tazminatı olarak 1947 yılında Yunanistan topraklarına katıldı.

Bu kitabi bilgiden günümüze gelirsek Rodos’ta inip kalkan uçakların, limana girip çıkan gemilerin haddi hesabı yok.İnanılmaz sıcaktı ve kalabalıktı. İstediğim gibi dolaşabildim desem yalan olur. Size ne yediğim yemekleri, ne gezdiğim yerleri uzun uzun anlatacağım. İnternete girdiğinizde Rodos’ta ne yapılır diye sorulunca tonlarca bilgi ekrandan üzerinize akar zaten. Benim size aktarmam gerektiğini düşündüğüm etkinlikler, paylaşmak istediğim izlenimler var.

Ziyaretimizin birinci günü akşamı LMV’nin hazırladığı “Hasretin İki Yakası-Mübadil Aile Öyküleri” sergisi açılışı yapıldı… Edebiyat ve Kültür Derneği Başkanı Niko Konstantinidis, ardından Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç ve Rodos Konsolosu Barış Kalkavan birer konuşma yaptılar. Sonra koro bir mini konser verdi. Yanımızda sarışın, ufak tefek bir hanım bütün şarkıları alkışladı, zarifçe oturduğu yerde elleriyle oynadı. Çok az İngilizcesi vardı. Daha çok el işaretleri ile anlaştık. Adı İrene’ymiş. Çocukluğu Eski Şehir’de Müslüman çocuklarla birlikte geçmiş. Onlarla oynayarak büyümüş, hatta camileri bile ziyaret etmiş. Sergiyi “sen seversin” diye bir arkadaşı haber vermiş. Onunla el sıkışıp vedalaşırken çok kültürlü ortamda büyüyen çocukların daha hoşgörülü, olgun, açık fikirli yetişkinler olduklarına bir kere daha kanaat getirdim. Akşam eski şehirde güzel bir restorana gittik. Solist Rodos Türklerinden Osman Bey’di. Yemek de yedikte daha çok ruhum doydu. Bütün bir gece Yunanca ve ve Türkçe şarkılar söylendi, oyunlar oynandı, halaylar çekildi. Unutulmaz bir akşamdı derken yanılmışım daha unutulmazı varmış.

Ertesi gün Kalithea ve Lindos’a gittik. O kadar sıcaktı ki Lindos’ta Akropole çıkmaya cesaret edemedim. Rehberimiz Katerina ile bir kafede oturup frappe (buzlu kahve) içtik, sohbet ettik. O sohbet de iyi geldi bana… Krizi ve bugünlerini anlattı… Evet, yağmur gibi turist yağıyor ama yoğun dönemde benim çıkmaya dayanamadığım akrapole çıkıp 50 derece sıcakta turistlere mekanları gezdiriyormuş. Sonuçta da kıt kanaat geçiniyor, iki çocuğunu yetiştirmeye çalışıyormuş. Çünkü sürekli ücretler düşüyor, vergiler artıyormuş. Sadece çok zenginler daha zengin oluyormuş her yerde olduğu gibi… “Üstelik insanlar çabuk unutuyor, seçimler yaklaşıyor. Mevcut yönetimin dış güçlere, AB’ye direnecek gücü yok. Yine eski yöneticiler seçilebilir” dedi. Bazı Alman turistler iyice densizleşmişler. “Erdoğan’a dua edin. Sayesinde turistler size geliyor. Karnınız doyuyor” gibisinden laflar ediyorlarmış. Katerina “Başkasının kaybı senin kazancın olamaz. Bir yerde, hele komşuda huzursuzluk varsa bu herkesi etkiler.” diyormuş. En yakın örneği Suriye… Kaldı ki hava yoluyla gelen turist de o kadar yüksek gelir sağlamıyor. Rodos’a gelen lüks gemilerin rotası İstanbul, İzmir ve Rodos’muş. Gemiler Türkiye’ye uğramayınca Rodos’u da güzergahtan çıkarmışlar. Katerina bütün sıkıntılara rağmen Türk’lerin gelmeye devam ettiklerini, sadece bira içip oturan Alman’lardan daha fazla para harcadıklarını, yemeği, içmeyi sevdiğimizi söyledi. Rehberler ayrıca Türkiye’den sadece turist değil, sermaye hareketi de olduğunu ifade ettiler. Türkiye’deki güvensiz ortamdan kaçanlar Rodos’ta yatırım yapıyorlarmış. Beri yandan daha önce Yunanistan’ın kırsalı diye dudak bükülen Rodos Atina’lılar için de cazip hale gelmiş. Eeeee eninde sonunda herkes geçim derdinde…

Lindos’tan dönüşte Mihalis geleneklerden ve batıl inançlardan bahsetti. Sağ ayakla işe başlamanın, eşikten geçmenin  hem Musevilikte, hem Hristiyanlıkta, hem de Müslümanlıkta uğur getireceğine inanıldığını biliyor musunuz? Yunanlılar da nazara inanıp nazar boncuğu kullanıyorlar, duvarlarına sarımsak asıyorlar, düğünden önce gelin yatağı hazırlayıp, çiftin ağız tadı daim olsun diye yatağın yanına şeker koyuyorlarmış. Mihalis’in karısı Avusturya’lı ve iki de sarışın kızı var. Kadıncağız bir gün kocasını çekmiş kenara “Söyle bana! Sokakta insanlar niye benim çocuklarıma tü, tü, tükürüp duruyorlar? Bu ne demek?” diye sormuş. Avusturyalı ne bilsin çocuklarına nazar değmesin diye insanların tü tü yaptığını:))) Daha bir sürü adet ve batıl inanç var da hepsi yazılsa ayrı kitap olur.

Akşam Eski Şehir’i (Old Town) çevreleyen şehir surlarının içinde, ünlü Kültür Bakanlarının adını verdikleri Melina Merküri amfi tiyatrosuna gittik. Hiç beklemediğim bir konser izledim. Bir kere yaklaşık dört saat kesintisiz sürdü. LMV Korosu ve orkestra üyeleri Yunanlı orkestra üyeleri ve solistleri hiç sahneden inmediler. Solist Yorgo Salabasis ve orkestra şefleri dışında sahnedekilerin çoğu aslında başka başka işlerde iştigal eden gönüllülerden oluşuyordu. Mesela bizim darbukacı Görkem Şişko aslında makine mühendisi, akordeon çalan Erdal Oltulu doktormuş. Diğer iki orkestra üyesi müzisyen diye adlarını anmamazlık etmeyeyim. Dilek Karayılan müzik öğretmeni, Ozan İyidoğan konservatuar öğrencisiymiş. O akşam koro 30 kişiden oluşuyordu. Dönüş yolunda genç şef Garip Mansuroğlu ile konuştum. İlk dialog LMV gönüllüsü, vakfın Dış İlişkiler Koordinatörü Sula Aslanoğlu ile Küçük Asyalılar Derneği Başkan Yardımcısı, profesyonel rehber ve Bodrum mübadili bir ailenin oğlu Mihalis Triandafillou arasında gerçekleşmiş. Sonra Mayıs’ta Rodos’a gidilmiş. Küçük Asyalılar Derneği Başkanı Niko Hacıpetro ve orkestra şefi Stathis Manousos ile tanışmışlar. İki gün içinde bir ortak repertuar oluşturulmuş. Sürekli değişiklikler, iletişim problemleri, teknik sorunlar derken LMV korosu tam 47 parça çalışıp ezberlemiş. Oraya gittik de uzun uzun prova mı yapıldı? Yok, öyle olmamış. Konser günü sadece deneyimli sanatçı Yorgo Salabasis ile bir prova yapmışlar.. Salabasis koroyu çok motive etmiş, destek olmuş. Onun dışında Rodos Metropolitliğine bağlı Meneksedes Korosu ve dansçılar ile hiç ortak prova yapmamışlar. Hatta Yunanlılar alaylı müzisyenler oldukları için nota bile yokmuş. Korodakilere nasıl yaptıklarını sordum. Garip Mansuroğlu müthiş bir ekip ruhu yaratmış. “Şefimize güvendik, çok çalışarak ve samimiyetle yaptık” dediler. Tamam, koro kendi arasında ahengi yakalamış ama Yunanlı ekiple uyum nasıl sağlanmıştı? İki tarafta çok istekliydi, benzerlikler çoktu ve başarmaya çok odaklanmışlardı sanırım. Garip Bey’e  “Gelen grup siz değil de mesela Alman veya İngiliz olsaydı nasıl olurdu?” diye sordum. “En az bir hafta önceden gelip her gün 6-7 saat çalışırlardı ve yine de sonunda o duygu yakalanamayabilirdi” dedi. Rodos Konsolosumuz Barış Kalkavan’ın konuşmasında değindiği gibi konserin başarısı aynı topraktan yetişmenin neticesiydi kanımca.

Size Salabasis’in seslendirdiği ve Yunanistan’da çok bilinen, ünlü bir şarkının sözlerini yazacağım:

 

Mes tu Vosporu to stena

Boğaz’ın dar sokaklarında

O Yanis klei ta dilina

Akşam üstleri Yani ağlıyor

Ke o Memetis plai tou

Ve Mehmet yanında

Klei ke trağoudai tou

Ağlıyor ve ona diyor ki:

Turkos eğo, k’esi Romios

Ben Türk’üm, sen de Rum

Eğo laos k’esi laos

Ben de halkım, sen de halksın

Esi Hristos, k eğo Allah

Sen İsa, ben Allah

Omos ki i dio mas ah ke vah

Ama ikimiz de ah ve vah!

Me liyi ağapi ke krasi

Az sevgi ve az şarapla

Methao eğo, methas k’esi

Ben de sarhoş oluyorum, sen de

Pies liğo apo to tasi mu

Benim tasımdan biraz iç

Adelfi ke kardaşi mu

Kardeşim ve kardaşım

Konserin sonuna doğru önde iki orkestra şefi ve Salabasis, arkada dansçılar, yanda koro ve arkada orkestra hep birlikte çalarken, söylerken ve dans ederken gözlerim büyümüş bir şekilde sahneye baktım. İki devletten de tek kuruş maddi destek yok,  teknik alt yapı kısıtlı, ayrıca sponsor yok, sahnedekilerin çoğu gönüllü, her iki tarafta da böyle bir çalışmayı önlemeye hevesli bir sürü fanatik olduğunu hepimiz biliyoruz… Bütün olumsuzluklara rağmen para ile pulla sağlanamayacak bir ortam vardı. Çoğu Yunanlı yaklaşık 3.000 kişi tiyatroyu doldurmuştu. Bitişte seyirciler koroya el sallayarak ayrıldılar. Bir kısmı Şef Garip Mansuroğlu ve koro üyeleri ile fotoğraf çektirmek için sıra beklediler.

Ana akım medyada yer almaya değer bulunmayacağından çoğu insanın bu konserden haberi olmayacak. Halbuki hazırlık aşaması bile absürd komedi türünde film olabilecek bu inanılmaz konseri herkes bilmeli. Arkamda oturan ve yan yana hayal ettikleri ortamın gerçeğe dönüşünü izleyen Sula ile Mihalis’e baktım. Gittim ikisine de ağlayarak sarıldım. Şimdi size yazıyorum. Unutmayın, milletlerin, dinlerin iyisi yoktur, çünkü her toplulukta çürük elmalar vardır. Tek tek insanın iyisi, güzeli, doğrusu vardır ve onlar da her yerdedir… Bu samimi, sımsıcak hikayeyi paylaşın ne olur… Şu sıralar dünyanın her yerinde her zamankinden fazla hayal etmeye ve umuda ihtiyaç var. Danstan, müzikten, şarkıdan kopmayalım. Bir de ricam var. LMV daha önce konuşulduğunu bildiğim halk dansları ekibini kurmalı. O gece bunun artık bir gereklilik halini aldığını gördüm. Toplumun ve toplumlar arası sorunların çözümünün en iyi ilacı kültür ve sanattır. Bir avuç insanın bugünkü umutsuz, huzursuz ortamda bile hayal ettiklerini gerçekleştirdiklerini bilmek eminim her okuyana iyi gelecektir. Bu organizasyonu gerçekleştiren, katkı sağlayan yukarıda isimlerini yazdığım tüm kişi ve kurumlara çok çok teşekkürler. Son olarak okuyucuya da görevini hatırlatayım. İyi işleri olduran bir avuç insan sayısı artmalı… Boş boş konuşmak, kenarda dedikodu yapmak yerine düşünün, çalışın, üretin, katkı sağlayın, destek olun lütfen…

Yeşim Padar

20.09.2017