Lozan Mübadilleri Vakfı’nın rehberliğinde organize edilen  mübadil buluşmaları bu yıl beş ayrı gurupla beş ayrı güzergahta gerçekleştirildi.

17-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında çoğunluğu Kılkış kökenli olan Tuzla’lı mübadiller Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Drama, Kılkış ve Selaniği ziyaret etti.

30 Mayıs-03 Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen ikinci buluşmada iki ayrı gurup olarak Selanik, Langaza, Kavala, Drama, Serez, Karaferye, Kesriye, Nasliç, Kayalar, Vodina ve Yenice-i Vardar ziyaret edildi.

04-08 Temmuz 2007 tarihleri arasında çoğunluğu Kavala, Sarışaban, Drama ve Kayalar  kökenli mübadillerle iki ayrı güzergahta Kavala-Sarışaban-Drama ve Kayalar buluşmaları gerçekleştirildi.

Her yıl geleneksel olarak İlkbahar ve Sonbahar’da gerçekleştirdiğimiz mübadil buluşmalarında yaşanan güzellikleri yazıya dökerek sizlerle paylaşıyordum.  Bu yılki buluşmalarda yaşanan güzellikleri ise  bizlere eşlik eden gazeteci dostlarımız ve buluşmalara katılan mübadil dostlarımız kendileri kaleme aldı.

30 Mayıs programına katılan Bahar Çuhadar Radikal Gazetesinde, Ümran  Kartal  Radikal İki ekindeki yazılarıyla izlenimlerini bizlerle paylaştı. İz TV adına bizlere eşlik eden Nazım Alpman ve  kameraman Serdar bey buluşmamızın her anını kayıt altına aldı. Bu kayıtlardan güzel bir belgesel üreteceklerine inanıyoruz.

Samsun Mübadele Derneği  yöneticisi Akın Üner  Kavala-Şarışaban buluşmasında yaşananları Samsun Haber Gazetesinde yayımlanan yazı dizisi  ile Samsunlu mübadillerle paylaştı. Yazı dizisi derneğin web sitesinde de yayımlandı.www.samsunmubadele.org.tr

Kavala-Goyran kökenli Kamil Büke dostumuzun  izlenimleri de  “Yalovamız” gazetesinde yazı dizisi olarak yer aldı. Yazı dizisine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

http://www.yalovamiz.com/news.php?id=8304

http://www.yalovamiz.com/news.php?id=8401

http://www.yalovamiz.com/news.php?id=8468

http://www.yalovamiz.com/news.php?id=8525

Buluşmalara katılan diğer dostlarımızın da izlenimlerini  bizlerle paylaşmasını bekliyoruz. Gelecek buluşmalarda yeni dostlarla birlikte olmayı diliyoruz.

Gerek yazılarıyla gerekse görüntü ve  fotoğraflarla bu tarihi anları belgeleyen ve  bizlerle paylaşan tüm dostlara teşekkürler.

Sefer Güvenç

 

Anne-babalarının, öküz arabalarıyla yola çıkıp geride bıraktığı topraklarda bu sene de merak, bol gözyaşı ve birbirine karışan Rumca-Türkçe sözcükler vardı… Yunanistan’dan göç etmiş mübadillerin 84 yıllık hasreti dört güne sığdırıldı…

BAHAR ÇUHADAR

DRAMA/GIANNITSA – Gece yarısı, İstanbul’dan hareket etmeye hazırlanan iki otobüs dolusu insan ‘Selanik yolcuları!’ diye seslenen Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç’in sesiyle, yerlerini alıyor. Yaş ortalaması hayli yüksek olan 70 civarında mübadil, anne-baba yadigârı toprakları görmek üzere yola koyuluyor. Selanik’i, Vodina’yı, Karaferya’yı, Yenice’yi, Serez’i, dedelerinden, anneannelerinden masal tadında dinledikleri köyleri, evleri görmek için… Çantalarında, eski zamanlarda yaşanan evleri gösteren fotoğraflar, akıllarında ‘derenin arkasına, tarlanın önüne düşen’ bahçe tarifleri, içlerinde müthiş bir heyecanla… 84 yıl önce, ortalığın toza dumana bürünmesinin ardından devlet adamlarının anlaşmalar imzaladıkları yıllardan kalma bir hüzün onlarınki. Sözleşme kesin: Oradakiler gelecek, buradakiler gidecek! Bir de isimleri olacak: ‘mübadil!’ 1923’ün ocak ayında Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan’ın ‘Batı Trakya dışında yerleşik Müslüman Türkler ile İstanbul dışında yerleşik Rum Ortodokslar zorunlu göçe tabi tutulacaktır’ kararını alan mübadele sözleşmesi, 2 milyona yakın insanı bir kıyıdan ötekine atmıştı. Kâğıt üstünde basit bir değiş tokuştan ibaret olan sözleşme, Yunanistan’a göç eden 1 milyon 200 bin Rum, Türkiye’ye göç eden 600 bin Türk için yepyeni yaşamlar anlamına geliyordu. Ne yaşananlar unutuldu, ne karşı kıyıda konuşulan dil, ne türküler, ne yemekler…

84 yıl sonra anne evinde…

“Siz hepisi Türksünüz?” Pazarlar ya da yeni adıyla Agora Köyü’nde, grupla karşılaşan Maria ve Sofia, karşılarında köyden göç eden mübadillerin çocukları olduğunu anlayınca, başlıyorlar anlatmaya: “Anam-babam Bursa’dan geldi. Geldiklerinde Rumca bilmiyorlarmış. Şimdi çocuklarımın hepsi Türkçe konuşabiliyor…” Israrlar üzerine, babasından öğrendiği türküye başlıyor Maria, ‘Pencereden kar geliyor…’ diye, sonra ‘Söyledikçe babamı hatırlıyorum’ diyor, susuyor… Annesinin, 12’sindeyken ailesiyle yola çıkıp geride bıraktığı Pazarlar’a, oğlu ve yeğeniyle gelen 74 yaşındaki Feruze Sayın, annesinin tarifleri ve köylülerin rehberliğinde, köyde kalan tek tük Türk evinden biri olan evini buluyor. “Yukarı mahallede, önünde kayrak taşları, bulgur sokusu olan iki katlı ev… İşte burası!” Feruze Hanım ‘Ah annem sağ olsaydı da görseydi buraları’ derken anlatmaya başlıyor: “Gelip, falanca gün gidiyorsunuz demişler. Rumlar gelmiş, altı ay birlikte yaşamışlar. Sonra az bir eşyayla öküz arabalarına binip Samsun’a doğru yola çıkmışlar.” Evin önünden küçük bir hatıra alınıyor, bir parçacık toprak… Her mübadele öyküsü biraz daha hüzün ama bir o kadar da mutluluk yayıyor gruba… Bursa’nın Gölyazı ilçesinden gelen Rumların yerleştiği Kastorya’da, pırıl pırıl bir gölün kenarında buluyoruz kendimizi ikinci gün… Kastorya Küçük Asyalılar Derneği üyeleri kucaklayarak karşılıyor misafirlerini. Samsun’dan göç etmiş bir ailenin kızı olan Afrodit, Veria’lı babaanne ile Edessa’lı dedenin torunu Nurdan Yazıcı’yı “Kızımsın sen benim, oğlun da torunum” diyerek çekiyor yamacına… İlk geldiklerinde kasabadakilerin anne-babalarına nasıl da yabancı davrandığını, bölgedekilerin hâlâ kızınca onlarla ‘Türk’ diye alay ettiklerini anlatıyor. Gölde süzülen teknenin her köşesinde başka bir çift Rum ve Türk mübadil, geçmişi deşiyor. 60’ını, 70’ini çoktan aşmış, anne babalarından öğrendikleri Türkçeyi konuşturan Rum mübadillerin mırıldandığı türkülere eşlik ediliyor… ‘Çanakkale içinde vurdular beni’yi mırıldanan 60’ı devirmiş Evdoksia Kerizoğlu’nun babası, Yunanistan’a göç ettiğinde 12 yaşındaymış: “Babamın ana-babası yolda ölmüş. Babam ölmeden bir saat önce kendi kendine Türkçe gazel okudu. ‘Babam var idi babam yok, anam var idi anam yok, kardeşim var idi kardeşim yok. Kim alacak beni…’ diye.”

‘Alın, bütün toprağı alın!’

Türkiye’den gelen grubu ağırlayan Küçük Asyalılar Derneği Başkanı Angeliki Papamantzatis, 1924’te bölgeye Bursa’nın Gölyazı (Apolyont) ilçesinden, aynı köyden 1000 Rum’un geldiğini anlatıyor: “İlk kuşak çok sıkıntı yaşamış. Sonra gidip, Apolyont’u gördük ve derneği kurduk. Kültürümüzü yaşatmaya çalışıyoruz.” “Oy Durutlar Durutlar, gezdim sokaklarını, inkâr etme sevgilim, öptüm yanaklarını…” 94 yaşındaki Adil Turgut’un adına besteler yaptığı Durutlar (Proastio) köyündeyiz. Köy meydanının yukarısındaki evlerden birinin avlusunda, Yunanca-Türkçe birbirine karışmış, ev sahibesi Kleriki Papadapulos gelenleri kucaklıyor. Adil Turgut bu sefer yok ama kızları, torunları, hediyeleriyle avluda hazır durumdalar. Turgut ailesinden genç, yaşlı 12 kişi, babalarının, dedelerinin yaşadığı evin avlusunda, Adil beyin küçük bir çocukken altı ay boyunca beraber yaşadığı Anadolu’dan gelen Rum ailenin kızı Kleriki’den ortak anılar dinliyor: “Bizimkilerle Adil beyin ailesi altı ay aynı evi paylaşmış. Hiç tartışma yaşamışlar. Bir gün, Türk ailenin kızlarından biri ikonanın önündeki kandili söndürmüş. İki ailenin büyükleri onu azarlamış, âdet olduğunu anlatmışlar, bir daha yapmamış. Düşünün, yaşanan en olumsuz anı bu.” Ve ayrılık vakti. Adil beyin torunları, evlerinin bahçesinden, bir avuç toprak almak için iznini alıyor, Kleriki’nin. “Alın! Bütün toprağı alın, evi de alın…” diye sesleniyor ev sahibi, ‘Yine gelin, hep gelin’ diyerek uğurluyor Turgut ailesini.

‘Kültür mirası korunacak’

“Bütün göç öyküleri hüzünlüdür. İnsan köklerinden, sevdiği topraklardan, komşularından kopmak istemez. Babaannem bize hep Karacaova’yı, dedemin kendisi binmek için yetiştirdiği tayına binemeden bir gece yarısı gelen Yunan askerleri tarafından alınıp götürülmesini anlatırdı. Babaannem, dedem sevdalı oldukları toprakları bir daha hiç göremedi.” Sözlerin sahibi Hakkı Yazıcı’nın, dedesinin atlarının koşturduğu Edessa’ya (Vodina) ikinci ziyareti. Mübadeleden önce, Balkan Savaşı sırasında çetelerden kaçarak İstanbul’a ardından da Manisa’ya yerleşen babaanne ve dedenin Edessa öyküleri kuşaktan kuşağa yayılmış. Edessa’nın bereketli topraklarında akan şelalelerin karşısında, şimdi 10 kişi olarak gelen aile, geçmişi anıyor… Yenice (Giannitsa) ziyaretinin ev sahipliği belediye başkanına düşüyor: “Bazı şeylerin zor görünse de pratikte kolay olduğunu görüyoruz. Bu etkinlikler için açık zihniyetli, geriye değil, geleceğe bakan insanlar olmalı. Yenice, Türkler için de bizler için de çok önemli. Kültür mirasını koruyacağız. Yenice, Bursa’nın Nilüfer ilçesiyle kardeş şehir olacak.” Bu müjdeye karşılık bir söz de Lozan Mübadilleri Vakfı Başkanı Ümit İşler ve Genel Sekreteri Sefer Güvenç’ten geliyor: “Geçen yıl bize restorasyonun başlayacağını söylediler, bu sene gördük ki çalışmalar başlamış. Biz de Türkiye’de kiliselerin, manastırların restorasyonu için çalışacağız. Mübadeleden kalan mirası yaşatmak için, her iki hükümeti harekete geçireceğiz. 80 yıldır hükümetler uyudu ama biz uyandık. Kültür mirasımızı ayağa kaldıracağız.” Gece yarısı sınırı bu sefer ters yönden geçerken, ‘sınırların anlamsızlığını’ sorgulayan ifadeler var, yüzlerde. Akıllarında, Butkova’lı köylülerin Adana’ya, Kastorya’lıların Bursa’ya, Işıklarlıların Fulacık’a gönderdiği selam… Lozan Mübadilleri Vakfı’na 212 2456155 No’lu telefondan ve lozanmubadilleri@ttnet.net.tr adresinden ulaşılabilir.

Yenice’nin ‘sahibi’ geri döndü!

Gezinin son günü, Giannitsa’nın, eski adı ile Yenice-i Vardar’ın ‘asıl sahipleri’ ile gezmek gibi bir lükse sahip oluyor grubumuz. Şaka değil, geziye oğlu ve eşiyle katılan emekli deniz subayı Ersin Evranos, Yenice’yi fetheden, şehri kuran Gazi Evranos’un büyük torunu. Şehirde Gazi Evranos’un izine her yerde rastlamak mümkün. Gruptan arada ‘Kenti geri almaya geldik’ esprileri yükseliyor. Kalabalığa kenti tanıtan Yenice Belediye Başkanı, Osmanlı döneminden kalan, Gazi Evranos’un yaptırdığı eserlerin restore edildiğini anlatıyor. Yenice’deki Küçük Asyalılar Derneği Başkanı Eleni Mavrokefalidis ve belediye başkanı eşliğinde gezilen türbe Gazi Evranos’a ait. 1370 ile 1380 arasında şehri kuran Evranos’un kemikleri de türbede bulunmuş. Kemikler, DNA analizinin ardından türbede sergilenecek. Kentte Osmanlı döneminden kalma bir saat kulesi, hamam, İskender Camisi isimli bir camii ve bir Ahmet Evranos türbesi var

 

Sınırsızca dolaştık…
17/06/2007 Lozan Mübadilleri Vakfı, mübadilleri bu yıl da biraraya getirdi. Selanik, Kayalar, Karacaova, Yenice-i Vardar’da gene duygulu buluşmalar yaşandı

ÜMRAN KARTAL – RADİKAL

Bu öyle bir yolculuk ki, 84 yıl önce tam tersi yönde yapılmış; bu öyle bir yolculuk ki, biz otobüste koltuklarımıza kurulmuş rahat rahat giderken onlar yürüyerek ya da at arabalarıyla ve dahi gemilerle gelmişler; yanlarına alabildikleri eşyaların değil kalplerinin bir yarısını geride bırakmanın ağırlığıyla ‘mecburen’ göç etmek zorunda kalmışlar. İstanbul’dan Selanik’e uzanan yolculuğumuzun başında aklımda bunlar otobüse bindim. Sözünü ettiğim, Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından Haziran başında düzenlenen, artık geleneksel oldu diyebileceğim, mübadil buluşması. Bu yılki program Selanik, Kayalar, Karacaova, Yenice-i Vardar’ı kapsıyordu.
Bu buluşma, büyükbabadan, dededen, babaanneden, anneanneden dinlediğimiz hikâyelere bizzat dokunduğumuz buruk bir zaman aralığı. Biz bu zaman aralığına bir turist olarak değil, oraların yerlisi sıfatıyla katıldık. İki otobüs dolusu insan bıkmadan usanmadan köyleri dolaştık durduk. Drama’nın Pazarlar (Agora) köyünde doktordan dönen Samsunlu Maria Teyze’yi anneannemize benzeterek boynuna sarılıp sarılıp öpmek istedik. Yolundan alıkoyduk onu, beklettik güneşin altında da, hiç sesi çıkmadı; Türkçe’yi duyunca kana kana su içer gibi oldu.
Nasliç’in (şimdiki adı Nea Polis) tepesindeki bir köye otobüsün girmiyor olduğunu öğrenince gruptan ayrılıp taksi tutacak kadar içimize çöreklenmiş bir merak ve tutkuyla göç yollarını tersine çevirdik. Rezne’de (Anthusa) Havva Özcan’la sevindik: “Evimizi göremedik ama yerini gördük”, “o kadar heyecanlıydım ki, göremedim hiçbir şey… Birkaç gün daha kalmak isterdim” deyince Havva Teyze, biraz hayıflandık.
Annesi babası Sivas’tan Rezne’ye gönderilen Sultan Teyze’nin sözlerini bu gezinin özeti bildik: “Bana bak, hepimiz birik biz. Niye desene, o böyükler karıştırırlar hep, biz hepimiz bir anadan babadanık”.
Samsun Havza’dan Afroditi Teyze’yi o güzelim Kastorya’da tanıdık. “Türkleri burada görünce ne hissediyorsun?” diye sorunca “Hevesleniyorum” cevabı daha o an kafamıza kazındı. “Akşama yemek var, hep beraber yemek yiyeceğiz, geliyor musun” diye sorduk, cevabı hoşumuza gitti: “Yoook gelmiyorum. Sizi gördüm, doydum.” Bursa Apolyont’tan (Gölyazı) göç eden mübadillerle buluştuk. Kendimizi Apolyontlular Derneği Başkanı Angeliki Papamangari’nin sözlerine bıraktık; sirtaki kanımızı kaynatmadan önce: “Aile büyüklerimiz için bu derneği kurduk ve yaşatıyoruz. Büyüklerimiz oradan geldiler ve devamlı ‘Ah, vatan’ ‘Ah, vatan’ dediler. Fakat hiçbir zaman geri dönemediler. Biz onların çocukları ve torunları olarak Türkiye’ye geliyoruz, onların yaşadıkları yerleri, büyüklerinin ölüp de gömüldükleri toprakları görüyoruz. Torunlarımıza ‘masal’ olarak bütün bu hikâyeleri anlatıyoruz ve bir bağlantı sağlıyoruz. Sizi kardeş gibi seviyoruz ve daima burada görmek istiyoruz. Sizi daima burada bekleyenler olduğunu unutmayın!”

Başka bir evin hayali
Kayalar’ın (Ptolemaida) Durutlar (Proastio) köyünde, geçen sene dört, bu sene dördüncü kuşak dahil 10 kişi gelen Turgut ailesine imrendik. 96 yaşındaki Adil Turgut’un evinde, onun hasretine kızının ağzından dökülen dizeleriyle tanık olduk: “Oy Durutlar, Durutlar/gezdim sokaklarını/inkâr etme sevdiğim/öptür yanaklarını”.
Toprağından aldık köylerin, birazcık su rica ettik; taşlar, çiçekler topladık, havasını bir şişeye doldurabilsek onu da alacaktık. Biz hep ‘başka bir yerin, başka bir evin’ hayaliyle büyüdük. Hep başka yerlere gidecekmiş gibi yaşadık. Çantamız hep sırtımızda oldu. Evimizi aradık.
Tam da bu yüzden, Yenice-i Vardar’da (Giannitsa) Osmanlı’dan kalma Evrenos Paşa türbesinin restore edilip de kültür merkezi olarak kullanılacağını öğrenince mutlu olduk. Yenice-i Vardarlı mübadillerle akşam yemeğinin daha bir tadına vardık. Dilek Koç’un duru, zarif sesinden çıkan Türkçe ve Rumca şarkılar, iki dile de ait olduğumuzun, 84 yıl önce Lozan Sözleşmesi ile ayrılıp şimdilerde yine birleştiğimizin notalardaki kanıtıydı. O yemekte Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç’in çağrısına kulak verdik: “Türkiye’de biz de kilise, manastır, ayazmaların restorasyonu için çaba gösteriyoruz. Bizim paramız yok ama gücümüz var. Kamuoyunu etkileme gücü. Biz iki ülkede mübadillerin geride bıraktıkları kültürel mirasın korunması için çaba gösteriyoruz ve bunun için Türk hükümetini ve Yunan hükümetini çalışmaya davet ediyoruz”.
Dedeağaç, Kavala, Drama, Serez, Selanik, Kayalar, Nasliç, Karaferye, Kastorya, Vodina, Yenice-i Vardar rotasında o köy senin bu köy benim ‘sınırsızca’ dolaştık biz, gönül yaramızı biraz olsun dindirdik…