ATA TOPRAKLARINI ZİYARET

 

             Bir gün birileri kapınıza dayansa; sizi doğduğunuz, büyüdüğünüz evinizden; çeşmesinden, pınarlarından su içtiğiniz, derelerinden balık tuttuğunuz, Topraklarından geçimini sağladığınız, mezarlığında büyüklerinizin mezarları bulunan, yanı başınızda bir evde ya da bir iki sokak ötedeki; sevdiğinizden, belki de canınızdan yada cananınızdan koparıp; sorgusuz sualsiz binlerce kilometre ötelere savursa, neler hissederdiniz?

  • Benim ailem Eylül 1341 (1924) tarihinde Gülcemal vapuru ile on kişilik bir aile olarak Gelibolu Bolayır’a kadar zar zor gelmişler. Vapur çok eski olduğundan Bolayır açıklarında yorgun düşerek yan yatmış. Selanik limanından aldığı mübadele yolcularını iskân edilmek üzere Samsun’a götürürken burada boşaltmak zorunda kalmış. Daha sonra, gelen bu mübadele göçmenleri vapurdan burada indirilerek karantinaya alınmışlar. Sağlık Kontrolleri ve aşıları yapıldıktan sonra Gelibolu Galata köyü ve Bakırköy’e iskân edilmek üzere yola çıkarılmışlar. Bir kısmı ise Bolayır’da Rum mübadillerden kalan evlere yerleştirilmişler.Köye yerleşen tüm mübadiller aynı sıkıntıları çekmeye başladıklarından imece usulü ile ellerinde ne varsa ortaya koyarak o kışı zar zor çıkarmışlar. Baharda biraz daha alışmaya başladıkları için çiftçi evlerine yerleşenler buldukları malzemeleri birbirleri ile paylaşarak ekip dikmeye ve gelecek kışa daha iyi hazırlanmaya başlamışlar. Her aileye nüfusa göre büyük ve küçükbaş hayvan verilmiş, fakat sonbaharın başlarında geldiklerinden, kışın hayvanları doyuracak yem bulmakta zorlanmışlar.Büyük mübadelenin üzerinden tam seksen dokuz yıl geçti. O zor günleri yaşayanlardan çok az insan kaldı veya hiç kalmadı. Yunanistan’da köylerini, evlerini, bahçelerini, aile mezarlarını bırakarak buralara getirildiler. Babaannem doğduğu, yaşadığı yerlerin hasreti ile göçüp gitti bu dünyadan.Bir gün LVM tarafından e-mail adresime gezi ile ilgili bilgiler gönderildi çok sevindim ve heyecanlandım. Babam, ben, kardeşim, eşim ve kızım yani ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşak olarak bu geziye katılmaya karar verdik. Lozan Mübadilleri Vakfı her türlü kolaylığı sağlayarak babamın vizesini dahi kendileri aldılar. Yunanistan yeşil pasaportlulardan vize istemiyor fakat maalesef diğer pasaportlardan vize uygulamasını hala kaldırmış değil. Vakıf tarafından babamın vizesi alındığından, bize sadece 17 Ekimi 18 Ekime bağlayan gece Keşan’a gitmek kaldı.          Ziyaret ettiğimiz köylerin tamamının çok güzel planlanmış, Yollar tertemiz, asfalt delik deşik değil, Evler ise bir harika, nerede ise tümü Türkiye2de sayfiye yerlerinde gördüğümüz estetikte tarzı olan,  abartısız ama derece güzel  boyası, badanası yapılmış, genellikle küçük bir bahçe içerisine inşa edilmiş, bahçeleri rengârenk çiçeklerle ve kendi ihtiyaçlarını karşıladıkları yeşillikler ve sebzeleri yetiştirdikleri yerler. Her evin neredeyse olmazsa olmazı haline gelmiş balkonlara sıra sıra dizilmiş saksılarda bulunan çiçekler evleri daha şirin bir görüntüye bezemiş. Özellikle sardunya çiçekleri kırmızısı, pembesi, beyazı dal dal çiçek çiçek bir birine karışmış. Gezdiğimiz bütün köyler neredeyse bir birinin aynısı.Selanik’te kaldığımız otelimize geldik. Biraz dinlendikten sonra gün boyu  yaşadığımız duygusallığı üzerimizden atmak için hep birlikte bir tavernaya gittik. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Rum ve Türk ezgileri ile oyunlar oynadık dans ettik. İkinci gecede Selanik’te sabahladık.Buradan da ayrılarak Kavala’ya doğru yola çıktık. Kavala’ya geldiğimizde akşam olmuştu her yer ışıl ışıldı çok şaşırmıştım burası Gelibolu’nun neredeyse bire bir aynısı idi. Otelimize yerleştik. Akşam yemeği yemek isteyenler restoranlara gitti. Biz şehri gezmek  istedik. Sahilde kardeşim, ben ve kızım dolaşıyorduk bizim kendi aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyan onbeş-onaltı yaşlarında genç bir kız ve annesi “merhaba” siz Türkiye’den mi geldiniz.? diyerek selam verdiler. Evet Türkiye’den geldik dedik. Çok şaşırmıştık kız adının Türkçe’de çiçek anlamına geldiğini söyledi. Kızımın adını sordu. “Sıla” dedik bir çığlık attı. Ben televizyonda “Sıla” dizisini izliyorum dedi. Türkçe’yi de  televizyondan öğrendiğini söyledi. “Ben Türkleri çok seviyorum benim dedemler Ayvalık’tan gelmişler” dedi. E-mail adresimizi istedi. Anne-kız çok tatlı ve sıcaktılar vedalaşarak ayrıldık. Kavala çok güzel bir şehir kendimi Gelibolu’da gibi hissettim. Limanı, kalesi gece bile muhteşem görünüyordu. Ertesi gün  gezimizin son günüydü, yola çıkacaktık. Üç yoğun ama bir o kadarda zevkli ve güzel geçen günlerden sonra sabah erken kalkacağımız için  dinlenmek üzere odalarımıza çekildik. 21 Ekim Pazar sabah kahvaltısından sonra Kavala’yı gündüz gözüyle gezmek üzere şehir turuna çıktık. Türk Mahallesi, Kavalalı Mehmet Paşa’nın imareti, evi annesinin mezarı, heykeli ve Kanuni döneminden kalma su kemeri, Pargalı Damat İbrahim Paşa Camii’ni gördükten sonra Kavala Kalesine çıktık. Kaleden Kavala’yı seyretmek müthişti. Muhteşem bir manzara vardı. Anlatmak mümkün değil ancak gözlerinizle görmeniz lazım. Kavaa’yı gezdikten sonra fazla zaman kaybetmeden Nea Karvali’ye doğru yola çıktık. Kapadokyalı Rumların kurduğu Nea Karvali’deki bademli kurabiyelerinin üretim yerinden hediyelik kurabiyelerimizi aldıktan sonra Dedeağaç’a doğru hareket ettik. Dedeağaç’a geldiğimizde yağmur çilemeye başladı. Öğle yemeğini burada  edikten sonra sınır kapısına doğru harekete geçtik. Sınır kapısına geldiğimizde Meriç köprüsünde nöbetçi Mehmetçiğimizi gördük ve Al renkli, ay yıldızlı bayrağımızın nazlı nazlı dalgalanması yurda geldiğimizi müjdeliyordu bize. Pasaport ve gümrük işlemlerimizden sonra Türkiye’ye giriş yaptık. Artık bir otobüs dolusu dostumuz olmuş, geçen dört gün ve yaşanan duygusallıklar bizi birbirimize adeta kenetlemişti. Ben ve ailem yine Keşan’da ineceğimiz için az bir yolumuz kalmıştı. Tek tek vedalaştık, kurulan güzel dostlukların arakasından ayrılık zor olacaktı. Telefon numaralarımızı ve e-mail adreslerimizi aldık. Artık Türkiye’nin değişik illerinde, dört gün bir birleriyle kaynaşmış, duygusallıklarını paylaşmış sıcak dostlarımız olmuştu. Onların hepsini çok sevdik. Tabii bizlerin özlemlerini dindiren ata topraklarımızı bulmamıza vesile olan Lozan Mübadiller Vakfı yöneticilerinden Sefer GÜVENÇ beye, Rum dostlarımızla anlaşmamızı sağlayan Sula hanıma, otobüs şoförlerimize, vakıf sekreteri Umut hanıma çok teşekkür ediyorum. Bizlere anlatılması zor dört günü yaşamamızı sağladılar. Ben ve ailem yüreklerimizin bir yarısını  oralarda bırakarak döndük. Ancak en kısa zamanda tekrar gitmeyi istiyoruz. Yunanistan bir zamanlar Türk topraklarıydıTürk, Rum iç içe kardeşçe yaşarlardı. Sersefil, darmadağan Gülcemal’e bindirildiOnlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,Bu topraklarda kan değil, gelincikler fışkıraydı.Orada yaşayan Türklere zalimce davranıldı. Neden bu yunan mezalimi? neden bu eziyetler yapıldı?Onlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,Getirildikleri bu topraklar onlara, yabancıydı.Bir kere daha göremeden göçtüler bu diyardan, Cennetti gönüllerinde onların, sılalarıOnlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,Türk-Yunan, bizler, mübadele torunlarıİki vatan arasında kuralım dostluk köprüleri
  • Unutalım Atalarımızın neyse yaşadıkları..
  • Atalım nefreti, ekelim sevgi tohumları.
  • Bülbül misali, altından da olsa burada ki vatanları
  • Bir özlemdi içlerinde doğdukları toprakları.
  • Onlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,
  • Ah dediler daima ahh ! Hatırladıkça içleri acıdı.
  • Türkiye’deki Rumlarda aynı kaderi paylaştı,
  • Kardeşçe yaşarken, neden bu Türk Düşmanlığı başladı?
  • Onlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,
  • Gönüllere nefret değil, Sevgi tohumları atılaydı.
  • Çor’dan Galata’ya bin bir eziyetle yollandı..
  • Atalarımın, yaşadıkları topraklar kayalardı,
  • Onlar, mübadeleyle topraklarından koparıldı,
  • Selanik, Kayalar, Vodina, Drama da,
  • ATA TOPRAKLARI
  • Teşekkürler Lozan Mübadiller Vakfı, teşekkürler Sefer GÜVENÇ.
  • Üçüncü gün sabah kahvaltısından sonra Vodina’ya (Edesse) hareket ettik. İlk önce Gazi Evrenos Bey’in kurduğu Yenice-i Vardar’ı ziyaret etmek üzere şehre geldik. Şehre girdiğimizde ellerinde flama ve bayraklar bulunan öğrencilerle karşılaştık. Bazıları folklorik kıyafetler giymişlerdi. Buranın özel bir günü olduğunu anlamıştık. Ancak ne olduğunu otobüsümüzün park ettiği yerde evinin penceresinden bakan yaşlı bir kadından öğrendik. Bize “Bu gün 20 Ekim bizim Türklerden kurtulduğumuz gün, kurtuluş bayramımız” dedi. Çok ilginçtir ki kurtuluş bayramı kutladıkları gün şehirlerine bir otobüs dolusu Türk gelmişti. Bizde “Bizden kurtulamamışsınız bakın bir otobüs dolusu geldik yine” dedik ve gülüştük. Oradan ayrılıp biraz ilerledikten sonra Gazi Evrenos Bey’in yeni restore edilen türbesini ve saat kulesini gördük, tam bu sırada balon satan yaşlı bir amca yanımıza yaklaştı. Türkçe “Hoş geldiniz” dedi. Yine şaşırmıştık her gittiğimiz yerde Türkçe konuşan birileri ile karşılaşıyorduk. Ama daha sonra bu amca bize kendisinin Türk olduğunu mübadelede Türkiye’ye gitmediklerini ve orada kaldıklarını eşinin de Türk olduğunu söyledi. Bizleri görünce çok sevinmişti. Adının Cemalettin olduğunu ancak şimdi kendilerine Yunan ismi verildiğini bu nedenle Cemalettin’i kullanmadığını söyledi. Hepimiz çok hüzünlendik. Sonra otobüsümüze binerek Vodina’ya doğru yola çıktık. O muhteşem şelalenin bulunduğu vodina yani şimdiki ismiyle Edesse’ye geldik. Müthiş bir manzara bizleri karşıladı. Şahane bir şelale coşku ile dökülüyordu. Harika bir görüntü ile karşılaştık. Daha sonra şelalenin etrafındaki hediyelik eşya dükkânlarını gezmeye başladık. Bir tanesine girdiğimizde içeride iki Rum bayan vardı, bize nereden geldiğimizi sordular. Türkiye Çanakkale Gelibolu’dan diye cevap verdik. Biz de Tekirdağ Şarköy’den dediler. Anne ve babamız oradan gelmişler mübadelede diyerek hem bana hem de kardeşime sarıldılar. Çok duygulandık. Çat pat Türkçe kelimelerle özlemlerini anlatmaya çalışıyorlardı bize.
  •          Gezdiğimiz köylerde genellikle orta yaş ve üzeri cana yakın insanlar ile karşılaştık.  Birde en çok termik santraller dikkatimizi çekti. Bu nedenle tarım da eskisi kadar bereketli değilmiş. Babannemin, “ bizim oralarda ta bu kol kaa misirler yetişirdi” dediği kekik kokulu meralarında yayılan leziz etleri olan kuzuların bulunduğu topraklar, bu santraller nedeniyle sanırım artık anılarda kalmış.
  • Gezinin toplanma yeri İstanbul’da iki noktada olacaktı ama Keşan yollarının üzerinde olduğundan ve bize çok yakın olduğundan bizi oradan alabilecekleri hususunda anlaşmıştık. LMV ve geziye katılan grup İstanbul’dan hareket etti, biz Gelibolu’dan gece saat iki otobüsü ile Keşan’a hareket ettik. Saat üç buçukta Keşan otogarında buluştuk. İşte heyecan doruğa çıkmıştı. Yola koyulduktan kısa bir süre sonra İpsala sınır kapısındaydık. Pasaport işlemlerinden sonra Yunanistan’a giriş yaparak Gümülcine’ye geldik. Daha sabahın ilk ışıkları dahi ışıldamıyordu. Kahvaltımızı oradaki bir börekçiden aldığımız böreklerle Batı Trakya’nın siyasetinin kalbinin attığı Çukur kahve’ye geldik. Kahve sahibi Gümülcineli Türk Metin bizlere demleme çay servisi yaptı. Çünkü buradan sonra bir daha demleme çay yok, hep poşet çay içiyorsunuz. Daha sonra Gümülcine’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı eski çarşı, yeni ve eski cami, saat kulesi, Türk okulunu gördükten sonra İskeçe’ye doğru hareket ettik. İskeçe’de çarşı, saat kulesi ve Türk mahallesi görüldükten sonra Karasu Nehri üzerinden geçerek Drama’ya doğru yol aldık. Drama’ya birkaç km. uzaklıktaki geziye katılan Hüsnü Kurban arkadaşımızın köyü olan Koru köye uğradık. Gezi arkadaşımız 1977’de Türkiye’ye gelmiş. 1974 Kıbrıs savaşından sonra Rumlar tarafından huzursuz edildikleri için ailesi ile birlikte Türkiye’ye gelme kararı almışlar. Daha yakın sayılabilecek bir zamanda göç ettikleri için hala köyde yaşayan arkadaşları vardı. Burada bizleri köy kahvesinde güler yüzlü köy halkı karşıladı. Köyde yaşayan bir Türk Muharrem Bey (Geziye katılan arkadaşımızın hala köyde yaşayan arkadaşı) bir otobüs dolusu insana çay ve kahve ikram etti. Köy bakkalı hepimize şeker ikram etti. Bizleri asıl ağırlayacaklarını bilemediler. Köy kahvesinin sahibi bayan ve eşi hediyeler verdiler. Daha sonra bu şirin köyden ayrılarak Drama’ya geldik küçük bir şehir turundan sonra Karpuz kaldıran parkı, eski Türk mahallesi, eski tütün işleme atölyeleri ve depoları, Beyazıt camii gibi mübadele öncesine ait yapıları gördük. Drama’dan ayrılarak Revika köyüne doğru yola koyulduk. Revika köyünde köy meydanına aracımızı park ettiğimizde köylüler Türkçe hoş geldiniz, nereden geldiniz diye bizleri karşıladılar. Çok şaşırmıştık. Ancak bu şaşkınlığımız uzun sürmedi daha sonraki günlerde de anladık ki Yunanistan’ın bir çok ilinde, ilçesinde, köyünde Türkçe konuşanlar çoğunlukta. Revika köyü geziye katılan başka bir arkadaşın ailesinin mübadele de terk etmek zorunda kaldığı köydü. Köyde biraz gezdikten ve arkadaşın ailesinden öğrendiği bilgilerle ve köylülerin yardımı ile bir zamanlar onlara ait olan evin yerini (yıkıntılarını) bulduk. Hepimiz arkadaşımızla birlikte müthiş heyecanlandık. Köy halkının çoğunluğu Türkçe biliyorlar, bize ceviz ve kahve ikram ettiler. Bu köydeki ziyaretimizi de bitirdikten sonra bizlere arkamızdan el sallayarak uğurlayan Rum dostlarımızdan ayrılarak Selanik’e doğru yola çıktık. Selanik’e geldiğimizde artık güneş yavaş yavaş batıyordu. Aracımızı uygun bir yere park ederek Selanik şehir turu yapıyoruz. Mübadillerin sev edildiği Selanik limanını, Kordon boyunu, Beyaz kuleyi, Alattini köşkünü, Yedi kule bedesteni, Bey hamamı, İdadi binası ve Hamzabey camii önünden geçerek ilk günümüzü tamamlayarak Selanik’te kalacağımız otelimize yerleştik. İkinci gün sabah kahvaltısından sonra Karaferye’ye hareket ettik fakat bugün aracımızda gezimizi daha anlamlı hale getirecek bir konuğumuz vardı. Yazar Canan TAN, kendisi yaklaşık yedi yıldır Türkiye’den Yunanistan’a mübadele ile giden Rumların öyküsünü anlatan bir kitap yazıyormuş. Bu nedenle bir araştırma yapıyormuş. LMV’nin bu amaca yönelik geziler düzenlediğini duyunca katılmak istemiş. Gezimize Selanik’ten katılarak o gün bizimle birlikte her gittiğimiz köyde araştırmalarda ve gözlemlerde bulunarak bizlerle fikir alışverişinde bulundu. Kitabında bu geziden bahsedeceğini gezinin onun açısından çok verimli olduğunu söyledi. Karaferye’ye geldiğimizde eski Türk mahallesini, yeni retore edilen Medrese camii ve Medreseyi ancak dışarıdan ziyaret edebildik çünkü ibadete kapalı ve sanat galerisi olarak kullanıldığını öğrendik, ancak medrese ilkokul olarak hala hizmet veriyor ve bina dimdik ayakta. Medrese camii bahçesinde bulunan  Osmanlı çeşmesinden su içtik, bu çeşme sürekli akan ve suyunda hiçbir eksilme olmayan atalarımızdan kalma bir çeşme. Cami ve çeşme önünde fotoğraflar çekilerek buraları hatıralarımıza kazımak istedik. Daha sonra oradan ayrılarak Kozana ve Kayalar’a hareket ettik. Kozana’da bizimle birlikte geziye katılan Gürkan ailesinin atalarının köyü olan Aksaklı ilk durağımız oldu. Köy’de Amasya’lı mübadil bir Rum aile ile tanıştık, köyde küçük bir kahvenin işletmesini yapıyorlar. Kahveden içeriye girince bizi duvardaki Ayasofya Camiinin bir tablosu karşıladı. Türkiye’den, İstanbul’dan kilometrelerce uzakta bir köy kahvesinin duvarında Ayasofya Camisinin tablosunu görmek bizi çok duygulandırdı. Bu Rum aile Gürkan ailesinin dedelerinin evlerini biliyorlarmış, bizi oraya götürdüler. Ev yıkılmış ancak kalıntıları hala duruyor. Bir duvarı ayakta üzerinde çerçevesi ile bir pencere ve ocaklarını görebiliyoruz. Bahçesinde nar ağaçları üzerinde meyveleri ile zamana adeta meydan okumuş, nar topladık. Çok duygusal anlar yaşandı Gürkan ailesi ile birlikte. Daha sonra Öztepe ailesinin atalarının topraklarını bulmak üzere Üsküplü köyüne gitmek üzere Aksaklıdan ayrıldık. Köyden ayrılırken geldiğimizde, karşıladıkları aynı sıcaklıkla bizleri uğurladı Rum dostlarımız. Üsküplü köyüne geldiğimizde de aynı sıcaklıkla  karşılandık bu köyde yaşayan Rum doslar tarafından. Köylüler bizi köyü gezmeye davet ettiler. Hep birlikte köyü gezmeye ve Öztepe ailesinin ata topraklarını aramaya başladık.Bu köy Göztepe Tepesinin eteklerine kurulmuş şirin bir köy. Öztepe ailesi de soyadı kanunu çıktığında Göztepe soyadını almak istemiş ancak nüfus memurunun yanlış yazması sonucu Öztepe soyadı almışlar. Artık tam umudumuzu kesmişken Öztepe ailesinin de ata topraklarını bulduk. Müthiş bir duygu selini hepimiz dirlikte yaşadık. Burada ki  ziyaretimizi  tamamladıktan sonra Üsküplü’den ayrılarak Kayalar kasabasına gitmek üzere hareket ettik. Yunanlılar buraya hala “Kaylari” diyorlar. Kayalar Sulpova köyü ilk durağımız oldu. Ali Kazım beyin dedelerinin çiftliğini arıyorduk bu sefer, fakat çiftlik sulpova köyüne altı kilometre uzakta ve bizim güzergâhımıza ters bir yerde olduğu için bulamadık. Hepimiz hüzünlenmiştik. Bu köyden de ayrılarak Erdoğmuş köyüne gidiyoruz bu defa. Emekli  öğretmen arkadaşımız Yusuf DURMUŞ’un baba topraklarını bulmayı umarak köye girdik. Kendisi evin Karakol’un yanında olduğunu biliyordu sadece, o köyden yaşlı bir Rum bizi bahsettiği yere götürdü. Karakol olarak kullanılan yapı duruyordu ancak Yusuf beylerin evinin yerine başka bir ev yapılmıştı. Bahçesinden babasını mezarına götürmek üzere toprak ve su aldı. Onunda bahçesinde bulunan hurma ağacından hurma topladık. Daha sonra bu köyden de ayrılarak benim dedem ve babaannemin geldiği topraklar olan Çor köyüne, bugünkü adı Galatai olan köye doğru yola koyulduk. Şimdi babam, ben, kardeşim, kızım ve eşimdeydi heyecan sırası. Çünkü babaannemin anlattıkları dışında hiçbir şey biliyorduk. Gerçi buralara gelmeden önce Arşivler Genel Müdürlüğünden belgeleri çıkarttırmıştım ama omsalıca olduğu için tercüme ettirememiştim. Köye geldiğimizde saat öğleden sonra üç civarındaydı. Köy meydanına geldiğimizde birkaç yaşlı Rum köylü köy kahvesinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Onların siesta saatine rast geldiğimiz için etrafta başka köylü görülmüyordu. Kahve önünde gördüğümüz yaşlılara yıllardır babaannemden dinlediğimiz kadarı ile evimizi tarif etmeye başladık. Ev köyün en büyük eviymiş o zamanlar üç katlı bie evmiş. Büyük dedem köyün ağasıymış çok büyük bir araziye sahipmiş. Bu araziyi daha iyi kontrol edebilmek için evin hemen yanına çok yüksek bir gözetleme kulesi yaptırmış. Buradan dürbünle arazisini kontrol ediyormuş. Evi tarif ederken yanında çok yüksek yuvarlak bir kule varmış dediğimizde hemen, gelin evinizin yeri burada dediler. Çok heyecanlandık çünkü tam olarak evimizin yerini bulabileceğimizi hiç ummuyorduk, sadece köyü görüp döneceğimizi düşünüyorduk. Köyün eşrafından Yorgo amca elinde bastonu ile bizi peşine takıp bir evin önüne getirdi. İşte sizin araziniz ve evinizin yeri burası idi dedi. 1995 yılında büyük bir deprem yaşanmış burada. Ev o tarihe kadar sağlam bir şekilde ayaktaymış ancak depremde yıkılmış. Şu anda arazinin bir kısmı köy meydanına kalmış, bir köşesine küçük tek katlı müstakil bir ev yapılmış. Sahipleri ile görüşmek istedik, Kayalar’a göçmüşler ara sıra geliyorlarmış.Evin sol yanında arazimiz olduğu gibi duruyor. Deprem sonrası evimizin bir duvarı hala ayakta kalabilmiş. Kerpiç duvarın kerpiçlerinden hatıra olarak aldık birkaç parça. Bahçede evin temel taşları hala duruyor. Bir su kuyusu var içinde suyu bile kurumamış, sadece sonrada ağzına bir bilezik yapılmış. Bahçenin bir köşesindeki üzüm bağı ve üzümleri o günden bu güne dayanabilmiş ve üzerinden ellerimizle üzüm kopardık. Yorgo amca bu asmaların Büyük dedemin diktiği asmalar olduğunu ancak bir kısmı yakılan bir anızdan sıçrayan kıvılcımlarla yandığını, ancak birkaç tanesinin kaldığını söyledi. Fotoğraflar çektik ailece çok duygu yüklendik. Babam, ben ve kardeşim ağlayarak gezdik ata topraklarımızı. Kızım bile dördüncü kuşak olarak fazlası ile duygulandı. Eşim bizimle hissettiklerimizi ve duygu yoğunluğumuzu paylaştı. Bahçeden bir miktar toprak aldık, suyundan bir pet şişeye biraz doldurduk çünkü yola çıkmadan dedemin ve babaannemin mezarlarını ziyaret ettim ve onlara hasret gittikleri topraklarından bir parça toprak ve su getireceğime ve mezarlarına serpeceğime söz vermiştim. Köydeki Rumlar Türkçe bilmedikleri halde telefon numaralarımızı aldılar. Bizlere kendi telefon numaralarını verdiler. “Bir dahaki sefere gelirken bizleri arayın, yemek hazırlayalım birlikte yemek yiyelim” dediler çok mutlu olduk. Köyde bir de Galatai Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği varmış. Dernek başkanı genç bir Rum. Bizim köye geldiğimizi duymuş, hemen geldi. Bizimle tanışmak istemiş. Bize kartını verdi ve bizleri ağırlamak istediğini söyledi. Biz evimizi, yerimizi ararken diğer arkadaşlarımıza köylüler ikramlarda bulunmuşlar. Artık buradan istemesekte ayrılma zamanımız geldi. Selanik’e geri dönmemiz gerekiyordu yüzyirmibeş kilometre yolumuz vardı. Yola çıkmak üzere otobüsümüze tam binmek üzereydik köylülerden birisi eşimi kolundan tutarak Rumca bir şeyler söyleyerek bir adamı gösterdi. Tabii ne söylemek istediğini anlamadığımız için tercümanımıza ne demek istediğini sorduk. Bak bu adam sizin evin yerinden dört teneke dolusu altın çıkardı.” Diyormuş. Hepimiz çok şaşırdık çünkü yıllarca babaannem bize bu altınları anlatır, “şimdi gitsem kayınbabamla beraber gömdüğümüz yeri bulurum.” Derdi. Ancak biz köyde kimseye bundan bahsetmemiştik, fakat köylüler biliyorlarmış. Altınları çıkardığını iddia ettikleri kişi ile görüşmek istediğimizde adam bir anda ortadan kayboldu, biz oradan ayrılana kadar da görünmedi. İşte ayrılma zamanımız gelmişti. Büyükdedem, dedem, ve babaannem mübadele ile topraklarından koparıldıklarında ne hissettiler ise şu anda bizde aynı şeyleri hissetmeye başlamıştık. Gözlerimizden akan yaşlar yanaklarımızdan süzülerek otobüsümüze bindik. Köylü halkı arkamızdan el sallıyorlardı. Oradan ayrılırken ve şu anda hala topraklarımızın, bahçemizin görüntüsü hafızamda kalarak yola koyulduk Selanik’e dönüş başladı.
  • Ben kendi kendime babaannemin özlemle anlattığı yerleri onun gözleri ile görmek için  söz veriyordum. Ailemin geldiği yerler ve bu mübadelenin nasıl gerçekleştiği hakkında araştırma yaparken Lozan Mübadilleri Derneğinin internet sitesi ile karşılaştım ve üye oldum. Dernek vasıtası ile de Lozan Mübadilleri Vakfı ile tanıştım. Baktım ki benim bütün merakıma cevap verecek çalışmalar yapıyorlar. Yunanistan ziyaretleri, mübadil buluşmaları gerçekleştiriyorlar. Hemen bağlantı kurdum. Ben Vakfı aradığımda Yunanistan’ın başka bir bölgesine gezileri vardı. Benim ata topraklarına, Kayalar’a Ekim ayında yada ilkbaharda bir gezileri olacağını bildirdiler. Bundan sonra ben de kendimi bu gezi için hazırlamaya başladım. İlk önce bütün aileme pasaport çıkarttım, sonra Arşivler Genel Müdürlüğü’ne bir dilekçe yazarak ve Aileme ait kayıtların Göçmen Esas Defteri’nden çıkarılmasını istedim. Bana gönderilen bu belgeler Osmanlıca ve Rumca tutulmuş tutanaklardı. Kayıtlarda aile fertlerinin isimleri, yaşları nerden- nereye mübadele edildikleri, mal kayıtları vardı.
  • Dedem ve babaannem yeni evli ve kırk günlük bebekleri ile bu zorunlu yolculuğa çıkmışlar. Amcam çok küçük bir bebek olduğundan yola dayanamayacağından korkuyorlarmış, çünkü vapurda gelirken birçok ailenin çocukları ve yaşlıları bu meşakkatli yolculuğa dayanamayıp ölmüşler, salgın hastalıktan korkulduğu için de cesetleri denize atılmış. Bu korkuyla babaannem amcamı göğsünden ayırmadığını, yere bile bırakmadığını, sürekli emzirerek anne sütü ile onu korumaya çalıştığını anlatırdı. Amcamı 12 Eylül 2010 tarihinde seksen altı yaşında kaybettik. Ailemizde birinci kuşak mübadil olan son nesili de kaybetmiş olduk.
  • Aile ataerkil bir aile olduğundan Zaim oğlu Bayram Ağa (Babam Bayran YILMAZ’ın dedesi) kendisi ve üç oğlu, iki gelini, bir kızı, ikinci eşi ve iki torunu ile birlikte Galata köyünün en büyük evi olan dört katlı bir Rum evine yerleştirilmişler. Gelirken Kayalar’ın Çor köyünde bıraktıkları gayrimenkullerin ve hayvanların karşılığı kadar iskan hakkı verileceğini düşünüyorlarmış ancak hiç de düşündükleri gibi olmamış. Zorunlu göçe tabi tutulduklarından evini, toprağını bırakıp eza ve cefa ile yollara düşen bu insanlar geldikleri yere uyum sağlamak, nafakalarını çıkarabilmek için bin bir türlü çile çekmişler. Bizim ailemiz Çor köyünde çok büyük arazi ve topraklara sahip, çiftçilikle uğraşan bir aile olduğundan, esnaflık veya daha başka iş bilmiyorlarmış. Mübadil geldikleri, yerleştikleri Galata köyünde verilen toprakları ekebilmek için bile alet bulmakta zorlanmışlar. Toprakları sürmek için ne bir saban varmış, ne de çapa yapabilmek için bir çapa. Gelirken yanlarında bir miktar gizli saklı tohum getirmişler fakat yerleştirildikleri ev üç esnaf Rum kardeşe ait olduğundan çiftçilikle ilgili bir malzeme bulamamışlar. Evde daha önce ikamet eden Rum kardeşlerden birisi ayakkabı ustası imiş, çünkü evin alt katından ayakkabı yapım malzemeleri ve kalıplar çıkmış. Diğer bir kardeş şarapçıymış şarap yapıyormuş bu nedenle bir sürü şarap fıçıları ve imbik bulmuşlar. Diğer kardeş ise balıkçı imiş, bu kardeşe ait olduğunu düşündükleri bir sürü balık ağları ve malzemeleri çıkmış depodan.
  • Benim aile büyüklerim, o tarihte Selanik’in bir kazası olan Kayalar’ın Çor Köyünde yaşamış, İstiklal Savaşından sonra Lozan’da 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan bir sözleşme ve protokol ile Türkiye’ye mübadil olarak gelen ve Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinin Galata köyüne yerleşmiş olan Bayram ağa, oğlu Zaim ağa ve ailesi.  Bende bu aileden Bayram ağa oğlu Zaim ağanın küçük oğlu Bayram YILMAZ’ın  kızı 3. Kuşak mübadil torunu Suzan YILMAZ ARSLAN.
  •              Bir gün birileri kapınıza dayansa; sizi doğduğunuz, büyüdüğünüz evinizden; çeşmesinden, pınarlarından su içtiğiniz, derelerinden balık tuttuğunuz, Topraklarından geçimini sağladığınız, mezarlığında büyüklerinizin mezarları bulunan, yanı başınızda bir evde ya da bir iki sokak ötedeki; sevdiğinizden, belki de canınızdan yada cananınızdan koparıp; sorgusuz sualsiz binlerce kilometre ötelere savursa, neler hissederdiniz?
  • ATA TOPRAKLARINI ZİYARET
  • Babaannem yıllarca beni Selanik’e götürün dedi ama bir türlü kısmet olamadı, biz de onun torunları ve çocukları olarak yıllardır bunu istedik; Selanik treni ulaşımda olduğu zamanlarda, gece binelim trene, sabah Selanik’e varalım, köylerimize gidelim diye konuştuk durduk. Internette araştırma yaparken Lozan Mübadilleri Vakfı’na rastladım ve büyük bir şans eseri Sefer Bey ile tanıştım. Bu geziyi böylelikle, vakıf sayesinde organize edebildik.İlk durağımız bir klasik haline gelen  GÜMÜLCİNE ÇUKUR KAHVE ve rotamızın son demli çayı… gerçekten hayatımda içtiğim en güzel çaylardan biriydi. Güzel börekler de orada yendikten sonra Gümülcine ve ardından İskeçe sokakları sabahın ilk saatlerinde dolaşıldı.Sonra Ravika köyüne gittik , Drama’yı gezdik, Karpuzkaldıran’da Dramalı Hasan türküsünü söyledik hep birlikte….Serez’de mükellef bir öğle yemeği yedikten sonra Selanik’e geldik , Ata’mızın evini tadilatta olduğundan dolayı istediğimiz gibi göremedik daha doğrusu hiç göremedik dışını da örtmüşler çünkü LVe bizler için büyük gün başladı, 2.gün aile büyüklerimizin köylerinin ziyareti olduğu için içimiz içimize sığmıyordu .Ayrıca bizim için çok önemli, geziye damgasını vuran bir gelişme olarak da CANAN TAN bizimle birlikte ziyaretlere katıldı. Hepimizin çok sevdiği ve değer verdiği bir yazar olan Canan Hn’a tekrar tekrar sıcak kanlılığı için teşekkür ediyoruz.Babaannemin köyü olan Cuma köyü de o bölgedeki termik santral nedeniyle artık yoktu, onun hüznünü yaşadık biraz….Köydeki kahvede insanların Türkçe konuşarak bizi karşılamasını duymak ve eş zamanlı duvarda asılı olan AYASOFYA resmini görmek bizi çok şaşırttı ve sevindirdi. Tasfiye talepnamesinde gördüğümüz dedemin mahallesini ve evini tarif ettiğimizde oradakilerin biliyoruz gelin gidelim demesiyle neredeyse uçarak gittik dedemin evine…Bahçesinde nar ağaçları olan yıkık ev…Oradan gitmek istemedik ama daha gidecek çok yerimiz vardı….Karaferye, Kayalar, Erdoğmuş, Çor köyleri de yine aynı duygularla aynı heyecanla turumuzdaki diğer arkadaşlarımız için gezildi.Ertesi gün gittiğimiz Vodina , Edessa şelalelerini çok beğendik, öğle yemeğinden sonra bizi çiftliğinde konuk eden Avrupa Parlamentosu eski parlamenteri Yannis Glavakis bizleri çok güzel ağarladı.Ertesi gün ise hiç gelmesini istemediğimiz dönüş günüydü L Kavala turu sonrasında bayramlık çikolatalarımızı ve Kavala kurabiyelerimizi aldık; Dedeağaç üzerinden İstanbul’a geldik.
  • Bu ziyarette ; bu kadar yoğunluğunun içinde ziyaret günlerini bize ayıran,  gezimiz boyunca enerjisi, coşkusu, bilgi birikimi, esprileri ile bizi mutlu eden Sefer Bey’e , güler yüzüyle bize enerji veren Sula Hn’a ve tek bir sert fren darbesi bile olmadan gezimizi tamamlayan Kaptanımız Oral Bey’e, uyumlu tur arkadaşlarımıza, mübadil dostlarımıza çok teşekkür ederiz.
  • Akşam yemeğimizi o gece konaklayacağımız Kavala’ da yedikten sonra Kavala sokaklarında deniz kenarında sohbet ederek gezintimizi yaptık.
  • Gece Selanik tavernasında Türkçe ve Rumca şarkılar beraberce söylendi, oradakiler ile birlikte oynadık, dans ettik, halaylar çektik…
  • Ağaçlardan topladığımız narları yedik orada sanki evin bahçesinde hep birlikte oturuyormuş gibi; evin penceresinden bakarken resimlerimizi çektik.
  • Aksaklı köyü dedemin köyü ….otobüsün önünden köyün girişine bakarken bile duygulandığımız hiç bilmediğimiz köy, hiç bilmediğimiz ama bizden insanlar…
  • Üsküplü köyü ziyaretimizde kuzenlerimin dedeleri tarafından seçilen soyadlarının esinlendiği yer olan GÖZTEPE’yi gördük, o dağ hepimizi duygulandırdı. Evlerini bulamadık, yıkılmıştı ama dağlarını bulduk…
  • O gece Selanik’te konakladık yorgun olduğumuz için taverna eğlencemizi ertesi geceye bıraktıktan sonra hepimiz serbest zaman geçirdik.
  • Gittiğimiz ilk köy tur arkadaşlarımızdan birinin genç yaşta terk etmek zorunda kaldığı eski adı Sakarkaya olan köydü , oradaki karşılanmamız ilerideki ziyaretlerimiz için bize örnek oldu gerçekten; ben de gidilen köylerdeki-şehirlerdeki yakınlıkları ve misafirperverlikleri duymuş ve okumuştum ama bunu yaşamak çok farklıydı, tüm gittiğimiz köylerde herkes tanımadan birbirine sarılıyor, öpüyordu; hediyeler, hatıralar, telefon numaraları  alınıp veriliyordu. Her gittiğimiz yerde mutlaka saymakla bitmeyen ikramlar oluyordu,tüm samimiyet ve iyi niyetleri ile bu gece bizde kalın lütfen diyenler de bizleri çok etkiledi. Gerçekten bu duyguların anlatılmasının çok güç olduğunu ve yaşanınca ne kadar farklı olduğunu anladım.
  • Kadıköy’den kalktı otobüsümüz, güle oynaya , uyku ihtiyacı hissetmeden kendimizi İpsala sınır kapısında bulduk. Yunanistan’a fazla bekleme olmadan geçtik.
  • Sizin de yardımınızla köyümüzü bulduk ve geçtiğimiz Çarşamba günütamamı -bazıları anadili konuşur gibi- Türkçe konuşuyor. konuşuyorlar ki dil kalmış. Bazıları Yunanca’yı okulda öğrenmiş. Samsun-izi kalmamış. 20-30 sene önce gelseydiniz evler vardı dediler, cami 5o’li Anı defterlerine yazı yazma fırsatımız oldu. Gelişimiz onlara da büyük biryapardık dediler. Hala düğünlerinde türkçe türkülerle oynuyorlarmış. Bize
  • biraz türkü bile söylediler. Çok mutlu ver karşılıklı buruk ayrıldık.
  • sürpriz oldu. Haberimiz olsaydı, şenlik, onların tabiriyle “patırtı”
  • Çok dostça, adeta Anadolu’dan kardeşlerimiz gelmiş anlayışı ile karşılandık.
  • yılların sonunda yıkılmış.
  • Çarşamba, Tokat- Erbağ ve Trabzon’un köylerinden gelmişler. Köyde hiç Türk
  • Gençlerin de bazıları ile Türkçe konuştuk. Sanırım arada aralarında Türkçe
  • Messiani’ye gittik. Olağanüstü bir ilgiyle karşılandık. Yaşlıların neredeyse